reklam
reklam

Roma'dankalan miras

Eklenme Tarihi: 27 Ağustos 2022, Cumartesi - 09:25   Okunma Sayısı: 109980
Avrupa'nın bir çok ülkesinde Roma İmparatorluğunun izlerini bulabilirsiniz. Ancak hiç biri Almanya'nın Trier şehrindeki gibi canlı, tarihi yaşatan ve görkemli değil. Üzüm bağlarıyla ünlü bu şehir, aynı zamanda yıl boyu kutladığı festivalleriyle de ünlü.

Almanya'nın en eski şehri olan Trier, ülkenin güneybatısında Rhineland eyaleti sınırları içinde yer alıyor. Moselle nehri kıyısında, Roma dö- neminin ilgi çekici mirasını günü- müze kadar taşıyan Trier'in tarihi bölgeleri 1986 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edildi. Şehir Lüksemburg sınırına çok yakın ve buraya gelmek için Lüksemburg havaalanından 45 dakikalık bir yolculukla ulaşmak çok daha kolay. Trier'de yaşayanların bir çoğu daha iyi iş imkanları olması sebebiyle her gün Lüksemburg'a gidip-geliyor. Trier'e özel araçla geleceklerin ise çok dikkatli olması gerekiyor. Zira üzüm bağlarıyla çevrili muhteşem manzarasından gözünü alamayabilirsiniz. Yıl boyunca sokak yemeklerinden, yogaya, hip-hop'dan gitara, caz'dan bağ bozumuna kadar bir çok festivale ev sahipliği yapan Trier'in en ünlü iki etkiliği ise Moselle Müzik Festivali ile Treiar Karnavalı. Geleneksel Noel Fuarı ise daha çok çocuklara hitap ediyor.

Bu etkinlikler ayrıca Kelt kültürünün ilgi çekici geleneklerini ve adetlerini de yakından görme imkanı sağlıyor. Bunun yanı sıra Trier, her yıl bir çok sportif etkinlik için kapılarını açıyor. Bunların en önemlisi ise 2000-2016 yılları arasında 16 kez Dünya Ralli Şampiyonası'na da ev sahipliği yapmış olan ve benimde yerinde izleme imkanı bulduğum ADAC Rallye Deutschland ralli yarışları. Festivaller, Karnavallar, Fuarlar ve sportif etkinlikler Trier'in turizmine oldukça büyük katkı sağlıyor. Kuzey'in Roması Roma İmparatoru Augustus tarafından Moselle nehrinin kıyısında kurulan Trier şehri, ilgi çekici tarihi, harikulade doğası, orta çağdan kalma binaları ve Roma kalıntıları ile tarihi yeniden yaşatıyor. M.Ö. 16. yüzyılda İmparatorluğun en güzel ve ilgi çekici şehirlerinden biri olarak öne çıkan Trier'in Roma dilinde "seçilmiş" anlamına gelmesi, sanırım hiç de tesadüf olmasa gerek. Kuzeyin Roma'sı denilen şehirde, Romalılardan kalma tarihi kalıntılar hala ayakta duruyor.

Bunlar arasında, Roma döneminde kentin etrafında yapılan surun ana giriş kapısı Porta Nigra, Roma bazilikası, Roma Hamamı, St. Peter Katedrali, Meryem Ana Kilisesi sayılabilir. Trier şehri ayrıca 2. Dünya Savaşında Almanya'nın bombalanmayan nadir şehirlerinden biri. Bu nedenle bir çok tarihi bina ve tarihi eser tüm ihtişamıyla ayakta duruyor. Romalılar tarafından kurulan aşağı Ren bölgesindeki Trier şehri, uzun yıllar Fransız hakimiyetinde kaldıktan sonra 1814'de Napolyon'un yenilmesiyle Prusya egemenliğine girdi.

Muhteşem Porta Nigra Tren garının tam karşısında yer alan Theodor Heuss Caddesi boyunca ilerlediğinizde Roma döneminde yapılmış surların ana giriş kapısı olan ve 'Kara Kapı' anlamına gelen Porta Nigra'nın muhteşem gö- rüntüsüyle karşılaştık. M.Ö. 2. yüzyılda gri kum taşından inşa edilen kapı, kuzey Alp bölgesinin en büyük ve en iyi korunmuş Roma giriş kapılarından biri durumunda. Şehirdeki dört kapıdan günümüzde tek ayakta kalan kapı olan 30 metre yüksekliğindeki Porta Nigra, bir kale kapısından ziyade kapkara bir binaya benziyor. Yapının içine girdiğinizde 18. yüzyılda kurulan iç dekorasyonun bugün hala o günkü gibi bozulmadan korunduğunu görebilirsiniz. Duvarlarda bazı kabartma ve işlemeler bugüne kadar gelebilmiş. Binayı gezerken tanıştığımız Trierli sanat tarihçisi Martina Kancirova, Porta Nigra'nın 18. yüzyıldaki bu barok tarzdaki iç dekorasyonu üzerine doktorasını yapıyor. Yaptığı araştırmalar ise geçmişe ışık tutuyor. Porta Nigra'yı gezip dışarı çıktığımızda bizi Römer Express adı verilen sarı-kırmızı renklere sahip, tren süsü verilmiş vagonlu bir araç karşıladı. Tamamen turistlere hizmet veren bu araç ile Trier'in tüm turistik ve tarihi yerlerine gitmek mümkün. Ayrıca üç dilde rehberlik hizmeti de veriliyor. Ana Pazar şehrin kalbinin attığı yer Trier, Alman filozof, politik ekonomist ve bilimsel sosyalizmin kurucusu Karl Marx'ın da doğduğu yer. Porta Nigra'nın hemen arka tarafında Karl Marx'ın heykelini görmek mümkün.

Bu heykel 2018 yılında Karl Marx'ın 200. doğrum günü kutlamaları sırasında Çin Hükümeti tarafından hediye edildi. Heykelin hemen kuzey batısında yer alan Kuzey Caddesi boyunca ilerleyerek şehrin içinden bir yılan gibi kıvrılan Moselle nehrine ulaştık. Güney yönüne Katharin Sahili anlamına gelen Katharineufer Caddesi boyunca ilerleyerek nehir boyunca sıralanmış kafelerde soluklanmak, Ağustos sıcağında oldukça iyi geldi. Ardından caddenin sonundan doğuya dönüp, Bohem caddesi anlamına gelen BöhmerStrabe'den ilerleyerek Trier'in en popüler meydanı olan Hauptmarkt'a ulaştık. Ana Pazar anlamına gelen burası yüzyıllardır şehrin kalbinin attığı yer olmasından dolayı günün her saati oldukça hareketli. En güzel yanı ise bir bö- lümün Taksim'deki İstiklal Caddesi gibi trafiğe kapalı olması. Burada rahatça dolaşıp kafe, restoran veya fast food dükkanlarında öğlen yemeğini yiyebilir, hediyelik eşya dükkanlarından alış-veriş yapabilirsiniz. Bu meydandan St. Peter Çeşmesi, St. Gangolf Kilisesi, Haçlı anıtı ve Trier Katedraline ulaşmak mümkün.

Tarihi yapılarıyla açık hava müzesi Trierer Dom denilen Trier Katedralinin yapım tarihi 4. yüzyıla kadar gidiyor. İlk önceleri Roma İmparatoru Büyük Konstatin döneminde saray olarak inşa edilen yapı daha sonra katedrale çevrilmiş. Yapı antik dönemin en önemli Hristiyan Kilisesi olarak kabul edilmekte. Katedralin hemen bitişiğinde Liebfraenkirche denilen Meryem Ana Kilisesini yer alıyor. 13. yüzyılda inşa edilen ve Almanya'nın en eski Gotik Kilisesi olan bu kilisenin içerisinde küçük şapeller ve bolca tasvirler bulunuyor. Weimarer Caddesine döndüğümüzde ise Almanya'nın en önemli Arkeoloji Mü- zelerinden birisiyle karşılaşıyoruz.

Müzede prehistorik dönemden Roma dönemine, orta çağdan, Barok döneme kadar uzanan bir tarih aralığında bir çok eser yer alıyor. Trier'de tarih ile doğa iç içe Et sokağı anlamına gelen Fleischstrasse'den ilerlediğimizde şehrin ikinci büyük meydanı olan Kornmarkt'a ulaşıyoruz. Tahıl pazarı anlamına gelen bu yerde değişik türlerden bir çok ağaç göze çarpıyor. 1750 yılına tarihlenen barok tarzdaki St. George's çeşmesi ya da halk arasındaki söylemi ile fıskiyesi meydana ayrı bir canlılık katıyor. Çeşmenin hemen karşısında Konstantin Bazilikası yer almakta. Roma İmparatoru 'Büyük' lakaplı 1.Konstatin tarafından 4.yüzyılın başlarında inşa ettirilmiş. Aula Palatina adı verilen bu devasa yapı, günümüzde Protestan Kilisesi olarak kullanılıyor. Yapının içerisinde hiç sütun ya da destekleyici kolon bulunmuyor. Bina tek parça halinde inşa edilmiş. Fleischstrasse'den dümdüz ilerleyip Brückenstrasse'ye geldiğinizde bizi Karl Marx'ın doğduğu ev karşılıyor. Alman Sosyal Demokrat Partisi tarafından 1928'de satın alınan ev, gü- nümüzde bir müze olarak hizmet veriyor. Müze evde; döneme ait mektuplar, makaleler, değerli evraklar, diplomatik dokümanlar ve kişisel eşyalar sergileniyor. Roma dönemi eserleri bitmek bilmiyor Trier Belediyesi ve Tiyatro binaları ile St. Antonius Kilisesini geç- tikten sonra modern görünümlü Viehmarkt Meydanına çıkmış oluyoruz. Meydanın bir tarafında camlı bir alan içinde sergilenen ve birinci yüzyıldan kalma Roma hamamı bulunuyor. Bunun haricinde Trier'de Roma döneminden kalma başka Roma hamamı kalıntıları da bulunuyor.

Bunların en önemlisi İmparator Termal Hamamları anlamına gelen Kaiserthermen geliyor. Amfi tiyatro, 60 metrelik kulesi ile St. Gondolf Kilisesi ve 11.yüzyılda yapılan 50 metre yüksekliğindeki Franco Kulesi'ni gezmeyi ertesi güne bırakıyoruz. Bir şehri en iyi yürüyerek tanırsınız. Ancak yanımızda rehber olmadığı için aynı yerleri bir kaç kez geçmek durumunda kaldık. Bu yüzden ilk gün oldukça yorulduk. O yüzden ertesi gün, her köşe başında bulunan bisiklet kiralama noktalarından birer bisiklet kiralamaya karar verdik. İsterseniz turistler için çalışan Römer Express araçlarıyla da şehri gezebilirsiniz. Göz alabildiğince uzanan üzüm bağları Trier, Almanya'nın üzüm üretiminde ve dolayısıyla da şarap yapımında oldukça önemli bir bölgesi. Ağustos ayında gittiğimiz için üzümlerin koruk denilen tam olgunlaşmamış yeşil hallerine tanıklık ettik. Göz alabildiğince hektarlarca uzanan üzüm bağlarında dolaşıp, salkım salkım üzümlerle hatıra fotoğrafı çektirmeyi ihmal etmedik. Üzüm bağlarının muhteşemliğini şehrin içinden geçen Moselle nehrinde yapacağınız tekne turuyla daha iyi anlayabilirsiniz.

Tekne turu sırasında, 2. yüzyılda yüksek taş bloklar üzerine kırmızı taşlarla yapılan bir Roma köprüsü olan Römerbrücke ile karşılaşıyoruz. Tarihi köprünün tam ortasında iki taraflı çarmıha gerilmiş Hz. İsa figürü yer alıyor. Ardından nehir üzerindeki bir diğer köprü olan Kaiser-Wilhelm'i görüyoruz. Moselle nehrinde batıya doğru ilerlediğinizde sol tarafınızda Grutenhäuschen adı verilen MS 3. veya 4. yüzyıldan kalma bir Roma mezarını görmek mümkün. Nehrin devamı Almanya-Lüksemburg sınırını oluşturuyor. Bu nedenle burada inip tarihi Roma mezarına gitmenizi tavsiye ederim. Ayrıca bu tepeden üzüm bağlarını seyretmek oldukça keyifli.

Kaynak: ÖZEL HABER
Editör: MURAT İLTER

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam