reklam
reklam

ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ YAKAR

Köşe Yazarı: SALİH KOÇ   Eklenme Tarihi: 28 Ocak 2021, Perşembe - 11:53   Okunma Sayısı: 318665

Küçüklüğümüzden bu yana ‘’yarısı yaz, gerisi güz’’ diye duyduğumuz ağustos ayının tam da ‘’gerisi güz’’ dedikleri bir dilimine girmiştik. Havalar sıcaktı. Sahiller hala insanlarla dolup taşıyor olmasına rağmen, yavaş yavaş da bir geriye dönüş hazırlıkları başlamıştı. O gece saat sıfır üç sularında Sakarya, Kocaeli ve İstanbul’da çok şiddetli bir deprem olmuştu. Hatta bu sarsıntı yurdun birçok yerlerinden de hissedilmişti.

O gece evde liseye giden çocuklarımla birlikteydik. Gecenin bir yarısı karyolanın sallanması, oda kapısının açılmasıyla uyanmıştım. Kalkıp ışıdığı yakmak istediğimde eklektiklerin kesik olduğunu fark ettim. Aynı zamanda dışarıda ve merdivenlerden gürültüleri duymamla birlikte çocuklarda uyanmışlardı. Küçük kızım:

‘’Baba deprem olmuş. Bütün millet dışarı çıkmış, biz dışarı çıkıyoruz, sen de gel’’ dediler. O arada gardırop kapılarının da açılmış olduğunu fark ettim. Oturduğumuz evin üçüncü katının balkonundan baktığımda insanların dışarıda toplandığını gördüm. Aklımca; ‘’Zaten olan olmuştur. Bundan sonra en fazla artçı deprem olur, o da yıkıcı olmaz’’ diye düşünerek tekrar yattım. Çocuklara en son ‘’Çıkarken anahtarınızı alın, ben yatıyorum. Yarın okula gideceğim’’ demiştim...

Sabah olup televizyonu açtığımızda manzaranın korkunç olduğunu gözlerimizle görmüştük. İçimden İstanbul, Kocaeli, Sakarya ülkenin tamamına bakar da geriye kalan bu kadar yer buralara bakamaz’’ demiştim.

Hayat devam ediyordu. Sabah kalktık, kahvaltımızı yaptık ben okuluma gittim. Her yerde depremin şoku yaşanıyordu. Her geçen gün ölü, yaralı sayısı artıyordu. Bir yandan da deprem bölgesindeki insanlar köylerine kasabalarına dönüyorlardı. En azından çoluk çocuğu eşleriyle birlikte daha güvenli bölgelere gönderiyorlardı.

Ülkede depremin yaraları sarılmaya çalışırken bizlerde okullarımızı yeni eğitim öğretim yılına hazırlama gayreti içindeydik. Eylül ayı ile beraber hiç tanımadığımız insanlardan telefonlar alıyorduk. ‘’Deprem nedeniyle mağdur olduk. Canımızı zor kurtardık. Çocuklarımızı okulunuza kayıt yaptırabilir miyiz?’’ diye soruyorlardı. Bizim de hayır deme lüksümüz yoktu. Olumlu yanıtlar vererek en azından çocuklarının daha güvenli ortamlarda eğitim-öğretimlerine devamına yardımcı olabileceğimizi söyleyerek onlara mor alman destek olmaya çalışıyorduk.

Artık okullar açılmaya başlayınca bu tür çocukların geçici kayıtlarını yapmaya başlamıştık. Birçoklarının üstü başı biraz da perişan haldeydiler. Durumları hakkında açıklama yapmayı gerekli gördüklerinden ‘’Üste baştaki ile kendimizi dışarı zor attık. Öylece de buralara kadar geldik’’ derken adeta ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Her ne kadar gönül alıcı sözler söyleyerek moral vermeye çalışsak da ‘’ateş düştüğü yeri yakıyordu.’’

Eylül ayında okulların açılması ile okulumuza bu çocuklardan gelenler olmaya başlamıştı. Okulların açıldığının ikinci haftasıydı. Pazartesi sabah yağmur yağmış ve her yer çamur olmuştu. Havanın da öğleden sonra yağışlı olacağını hava raporlarından öğrenmiştik. Tören esnasında en öndeki kız çocuklarının birinin ayağında terlikleri görünce öğrenci ile göz göze geldiğimde beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Bu dedesi ve annesiyle birlikte okula gelip kayıtlarını yaptığım depremzede öğrencilerinden biriydi.

Hiçbir şey olmamış gibi tören bitiminde öğretmeninden bu çocuğumuzun ayakkabı numarasın bir şekilde öğrenmesini isteyerek idare odasına gittim. Gittim ama hep aklım o öğrencide kalmıştı. Telefonla iki saat kadar geç geleceğini söyleyen Tamer öğretmen halen şehirdeydi. Hemen onu arayarak numarasını da belirterek bir çift kız öğrenci için içi muflonlu bir çizme almasını, gelince parasını vereceğimi, hatta birkaç çift de çorap almasını rica ettim. Yaklaşık bir saat sonra Tamer öğretmen elinde bir çift çizme ve içinde iki çift pembe renkli çorap ile geldi. Şimdi bunları çocuğumuzun ruhunu incitmeden, onu utandırmadan nasıl verecektik. Onun da bir yolunu bulmuştuk. Okulumuzda geçen yıl göreve başlayan rehber öğretmenimize konuyu anlatarak bu işi kendisine havale ettim.

Kapım çok özel durumların dışında genellikle hep açık dururdu. Biraz sonra yüzünde gülcüklerle dünyalar güzeli bu kızımız rehber öğretmenimizle içeri girdi. Tam karşıma geçti:

‘’Teşekkür ederim öğretmenim’’ dedi. Karşılıklı gülen gözlerle birbirimize bakarken birden bunun bir de abisinin olduğu aklıma geldi. Çünkü dedesi, annesi bir de abisi vardı. Bu kızımızın hali buysa abisinin de durumu bundan farklı değildir diye düşündüm. Öğretmenimize teşekkür ederek, öğrenciyi sınıfına gönderirken abisinin yanıma gelmesini istedim.

Biraz sonra abisi geldi. Bereket onun ayağındaki eski de olsa bir lastik ayakkabısı vardı. Ayakkabı numarasını sorduğumda en son babam; kardeşimle ikimize okul ayakkabısı almıştı. Benimki otuz altı numara, kardeşiminki de otuz üç numaraydı derken ağlamaya başladı. İki gözünden akan yaşları kolunun yeği ile silmeye çalışırken kesik kesik ‘’Onlar orada kaldı, canımızı zor kurtardık, üsteki baştaki ile buralara kadar gelebildik. Bunlar da babamın çocukluk ayakkabısıymış. Dedem öyle söyledi ’’ diyebildi. Gönlünü alıp yarın kardeşine aldığımız gibi sana da ayakkabı alacağız. Ağlama hadi lavaboda yüzünü yıka, kendini biraz toparlayınca sınıfına gidersin’’ diyerek onu gönderdik. Rehber öğretmene de teşekkür ederek o günkü mesaiyi bitirdik.

***

Yatılı okula giden çocuklarıma vitrinde görüp çok beğendiğim için paraya kıyıp aldığım bir çift ayakkabı, bot arası bir şeyler vardı evde. Büyük kızım:

‘’Baba, bunlar sanki biraz da erkek ayakkabısı gibi duruyor’’ demişti de giymek istememişti. İyi ki de öyle demiş. Ben onları akşamdan bir poşete koydum. Yanlarına iki çift de çorap aldım. Ertesi gün okula geldiğimde yine rehber öğretmenden rica ederek bu konuda da yardımcı olmasını istedim. Sağ olsun o da severek bu işi yaptı.

Ben okulun diğer işlemleri ile uğraşırken aradan bir ay mı desem, iki ay mı desem bir hayli zaman geçmişti ki açık olan kapının vurulması ile ‘’girin’’ dememe kalmadan içeri bir bay bir de bayan girdi. Bayanı hatırlar gibi oluyordum da diğerini ilk defa görüyordum. Hoşbeşten sonra yer gösterdim. Oturdular.

‘’Hocam size ne kadar teşekkür etsek azdır. Çocuklarımızın ayaklarına çizme ve bot almışsınız. Onlar burada sizin sayenizde bir eziklik çekmeden okula devam etmişler. Bazı öğretmenler de aralarında çocuklarımıza önlük ve kıyafet almışlar. Üsteki baştakilerle gönderdiğim çocuklarımın şimdi bir valiz dolusu kıyafetleri olmuş. Ben devlet memuruyum. Başka bir yere tayinim çıktı. Çocuklarımı almaya ve size de teşekkür etmeye geldim derken gözyaşlarına boğuldu… Gelen çaylarımızı da içerken biraz kendilerini toparladıktan sonra

‘’Allaha ısmarladık, bu yaptıklarınızı asla unutmayacağız…’’ diyerek ayağa kalktılar. Kendilerini kapıya kadar uğurlayarak ‘’Her zaman bekleriz’’ dedim. Pencereden baktığımda el ele tutuşarak okulun giriş kapısında bekleyen arabalarına doğru yürüdüler. Arabaya bindiler. Çocuklar ve eşi el sallarken kendisi de araba kornasını biraz uzunca çalarak son kez teşekkür ettiğini herkese duyurmak ister gibiydi…

                                                                                                                      Salih KOÇ

                                                                            26 Ocak 2021/Büyükçekmece – İst.

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam