reklam
reklam

KOKU

Köşe Yazarı: NEJLA BİLGİN   Eklenme Tarihi: 21 Ocak 2020, Salı - 10:48   Okunma Sayısı: 70597

Uzun yıllar yurt dışında acı vatan Almanya'da işçi olarak çalışmış ve sağlığını kaybedince de yurda dönmüştü. Elli yaşında olmasına rağmen yetmiş yaşında gibi duruyordu. Almanya'da Önce bir fabrikada çalışmış ardından da alt yapı inşaat firmasında çalışmıştı. Fabrika da çalışmak zordu lakin inşaat işi özellikle kanalizasyon işleri daha da zordu. Ellerinde eldiven, burunlarında maske olmasına rağmen ne elinden ne de burnundan o iğrenç koku gitmiyor devamlı ellerini yıkıyor, evde üst üste duş alıp kokulu sabunlarla iyice yıkanmasına rağmen hâlâ kokuyordu.
İçtiği su bile genzinden geçerken o kokuyu hissediyor ve bir lokma yiyecek boğazından geçerken de kokuyordu.

Önceleri bunu sakladı ne kendisine ne de birlikte çalıştığı Türk arkadaşlarına söylemedi, dillendirmedi. Bir süre sonra onda kilo kaybının başlamasıyla kuvvet kaybı da başlamıştı. İştah sorunu sebebiyle gittiği doktor ona ilaçlar yazmış ve beslenmesine dikkat etmesini söylemişti. Oysa yiyemiyordu, arkadaşları büyük bir iştah ile yemeklerini yerken o birkaç lokmadan sonra tıkanıyor ve midesi bulanıyordu.

Birgün bir arkadaşı ile bu konuyu konuştu. Arkadaşı bende seninle aynı durumdayım. "Yemek yerken güzel şeyler düşün, mesela kazanacağımız paraları düşün o paralarla alacaklarımızı hâyâl et." Demişti. Denedi aklına Paşabahçe sırtlarında yaşadığı gecekondu geldi. Orada bıraktığı üç çocuğunu ve karısını düşündü. Yüreği özlemle dinmeyen hasretle yandı. Kızı ve oğulları burnunda tütüyordu. Gurbete çıktığında altı aylık olan kızı şimdi dört yaşına girmişti. Geçen zamanda memlekete hiç dönmemiş kazandığı paranın önemli bir kısmını ailesine gönderiyor kendine ayırdığı parayı bile harcamaya kıyamıyor o paradan da  artırıyordu. Giyim ve kuşam masrafı olmuyordu.  Sosyal yaşamları sıfırdı sadece hafta sonları parklarda dolaşıyor ve dışarıda hiç yemek yemiyorlardı. Evde ise üç arkadaş kalıyor ve ortaklaşa yemek yapıyor birlikte yiyorlardı. O kadar az yiyordu ki ; tabağındaki makarna ya da pilav bile kalıyordu. Çok yiyen bir arkadaşı vardı o tabağı kenara itince onun tabağındakileri de alıp yiyordu. "Ziyan olmasın, çöpe gitmesin", diyordu.
Kimse onun yiyip yemediği ile ilgilenmiyordu,  herkes sadece kendi karnını doyurma derdindeydi.

Üçü de farklı kentten gelmişti, içlerinde tek İstanbul'lu oydu ve onların yemek kültürleri daha farklıydı. Birisi memleketinden yarım çuval bulgur, erişte ve tarhana  getirmişti. Diğer ikisinden bunların fiyatının üçte ikisini aldı daha  sonra yapılacak yiyecek masraflarına ortak oldu. " sizden bunun parasını normal zamanda almazdım fakat bizimkilerin durumu zayıf, bu parayı anama babama göndereceğim, onların yiyeceği Kışlıkları getirdim .." Demişti. Oysa anası babası ona sıkıca tembih etmişti. "Bunları orada arkadaşlarına sat ve parası ile başka ihtiyacını karşıla demişti. "

Burada önemli olan salt para kazanmaktı. Neden gurbete çıkmışlar ve ailelerinden uzağa gitmişlerdi ki! Önemli olan sadece para kazanmak ve biriktirmekti. O kadar tasarruflu davranıyorlardı ki az para ile ucuz yemekler yapıyor ve bununla gurur duyuyorlardı.

Yaşadığı koşulların ve beslenme düzeninin de yetersiz olması sebebiyle hastalandı hemde ince hastalığa yakalandı. Arkadaşları ondan rahatsız oldu bulaşıcı olması sebebiyle başka ev bulmasını istediler. Birlikte yaşadıkları evde bu bulaşıcı hastalıktan korunmak mümkün gözükmüyordu.

Ne umutlarla gurbete çıkmıştı. Daha çok para kazanacak ve refah seviyelerini artıracaktı. Almayı ve sahip olmayı düşündüğü o kadar çok şeyin hâyâli vardı ki.
Şimdiyse bunların hiçbirisini gerçekleştirmeyi başaramadığı gibi sağlığını da kaybetmişti. Kısa süre sonra memleketine geri döndü. Altı ay kadar Heybeliada
'da hastanede yattı. Deniz'in iyot kokusu, İstanbul'un çam havasının kokusu ona iyi geldi. Ne burnunda ne de ellerinde o iğrenç kokuyu hissetmedi. Taburcu olduğunda ise sağlığına tamamen kavuşmuştu. Genede evde tabağını, kaşığını bardağını ayırdı. Çocuklarını kucağına alıp doyasıya öpüp koklayamadı. Evde birşeyler azalmaya ve tükenmeye başlamıştı sofraya konulan yiyecek genelde sulu bir çorba oluyordu. Eşi tutumlu bir kadındı onun gurbetten gönderdiği paraların tamamını harcamamış önemli bir kısmını biriktirmişti, bu kara günlerde o paralar ile idare ettiler.

Lakin hazıra dağ bile dayanmazmış. Ne kadar idareli davransalarda; Paraları bitmek üzereydi. Üstelik hastalığı gereği kuvvetli beslenmesi gerekiyordu. Et, süt, yumurta, bal bulmak kolaydı fakat bedelini ödemek zordu. Üstelik evde üç çocuk vardı onların yanında ayrı bir beslenme düzeni kurmak daha zordu. Hepsi aynı yiyecekleri yese dipte köşede olan para bir ay bile dayanamazdı. Karısı mahalle kasabına durumu anlatmıştı kemikleri alıyor tencerede sebzelerle saatlerce kaynatıyor ve kemik suyu ile yemekleri yapıyordu. İstanbul'un havası ve suyu aile şefkati ona iyi geldi ve kısa sürede toparlandı.

Kuvvetini toplayıp ayakkabı fabrikasına eski işine döndü. Almanya'ya gitmeden önce fabrikanın kokusu onu rahatsız ediyordu. Döndükten sonra ise fabrikanın kokusu ona Gül kokusu gibi gelmişti. Orada eski arkadaşları ona devamlı Almanya'yı soruyor ve onlarda işçi olarak gitmenin yolunu araştırıyorlardı . Yaşadıklarını dosdoğru anlattı. Şaşırmışlardı onların akrabaları öyle anlatmıyordu. Dudaklarını büktüler, birbirlerine baktılar, yüzüne bir şey demeselerde arkasından "hanım evladı, sana Almanya'da masa başı işimi  vereceklerdi? Tabiki pis işleri sen yapacaksın " dediler, para kazanmak kolay değildi.

Almanya 'ya yazılan ve sırası gelen bir kaç arkadaşı gitti. Bir kaç yıl sonra birisi Mercedes araba ile geldi onlara çeşitli çikolatalar getirmişti. Öyle bir Almanya 'yı anlatıyordu ki o bile neredeyse anlattıklarından etkilenecek ve tekrar oraya gitmek isteyecekti. Iki işte çalışmış ve iyi para kazanmıştı. Arkadaşları bir ona birde araba ile gelen arkadaşlarına baktılar ...  O dönemde Almancılar yaz aylarında arabalarla geliyor ve kenti renklendiriyor ve ticareti hareketlendiriyordu.  Sanki hepsi Almanya'yı fethetmiş gibi kurumlu yürüyor, konuşmaları ve tavırları bir başka oluyordu. Arkadaşları bir ona birde Almanya'dan havalı gelenlere bakıyor ve onun ardından fısıltılarla  konuştular, "hımbıl adamdı işte ne kokusu Almanya mis gibi kokar, o koku onun kendi burnuna sinmiş", diyorlardı.

Aradan uzun yıllar geçti artık genç sayılmazdı. Yaşlanmıştı, bedeninden çok gönlü yaşlanmıştı, artık hâyâl kurmuyordu, günlük hayatı ne gerektiriyorsa onu yaşıyor ve hiç düşünmemeye çalışıyordu. Çocukları ile arasında kuşak çatışması ve kırgınlıklar yaşanmaya başlamıştı. Üniversiteye giden çocukları babalarını başarısız buluyor ve yüzüne söylemekten çekinmiyordu. Almanya'ya gidip beş parasız dönmesi diğer gidenlerin para kazanıp gelmesi çocukların kafasını karıştırmıştı. Gurbetçi çocuklarının giyim kuşamı farklı ve ceplerinde paraları vardı. Oysa onlar çocukluklarından beri kıt kanaat yaşamaktan ve bir büyüğünün küçülen  eski giysilerini giymekten bıkmışlardı. Evde ne kadar eşyaya ihtiyaçları varsa o kadarı vardı. Fazla ve zevk için alınan hiçbirşey yoktu oysa gurbetçi evleri daha süslü ve daha varsıldı. Çocuk ve genç akılları ile bunun altında eziliyorlardı.

Kazancı evin tenceresini kaynatmaya ancak yetiyordu. Paşabahçe sırtlarına doğru çıkarken düşündü. " ben öyle para kazanmaya gelemem dedi " ve burnuna gene aynı koku geldi. Yüreği daraldı alnı terlemeye başladı. Akşam saatlerinde hava kararmaya ve pazar kalkmaya yakın ucuzlayan semt pazarından alışveriş yapmıştı. Ellerinde taşıdığı pazar fileleri eve doğru yaklaştıkça ağır gelmeye başladı.

Akşam rüzgarı burnuna o kötü kokuyu getiriyordu. Burnuna gelen o keskin koku midesini bulandırıyor, her adımda o koku gittikçe daha da ağırlaşıyordu. Eyvah hasta mı olacağıma diye düşünürken hep başını yukarı kaldırıp yere bakmadan yürüdü. Tam kendi gecekondusuna yaklaşmıştı ki ayağının hızla kaydığını hissetti elindeki fileleri  yere fırlattı ve ok gibi bir çukura düştü. O anda ne olduğunu anladı ve "imdat" diye bağırmaya başladı.

Bir süre sonra sesini duyan geldi. Komşulardan birisi foseptik çukurunu açtırmıştı. Kanalizasyon işçisi işini bırakıp sigara almak için bakkala kadar gitmişti. O arada açtığı çukurun üzerini kapatmamış, birisinin o çukura düşeceğini düşünememişti.

Onu çukurdan çıkardıklarında neredeyse bayılacak kadar kötü olmuştu.   Bahçe hortumu İle kaba pisliğini akıttılar. Yorgun adımlarla evine gitti. Kapının önünde  giysilerini çıkardı ve bir havluya sarınıp küçük banyoya girdi. Eşi banyo Kazan'ını  yakıp suyu ısıtıncaya kadar soğuk su İle  yıkandı. Daha sonra kaynara yakın su İle saatlerce yıkandı, bir kalıp sabun eriyip Yok olmuştu. Burnundan o koku gitmedi ve kendisini pis hissetmeye devam etti.

Daha sonraki günlerde iştahı tamamen kapandı ve hastalığı tekrarlandı. Verem mikrobu ciğerlerini bitirdi, iki ay sonra yorgun gözleri usulca kapandı.

 

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam