reklam
reklam

YALANCININ MUMU NE RENK

Köşe Yazarı: NEJLA BİLGİN   Eklenme Tarihi: 19 Mayıs 2019, Pazar - 22:47   Okunma Sayısı: 45663

Birkaç yıl önce Anadolu’da bir şehrin kitap fuarında tanışmıştım kendisiyle, hoşsohbet ve konuştuğu dinlenecek kadar iyi hatipti kendisi, kısa sürede kahve içme aralarında biraya gelip arkadaşlığımızı ilerlettik. Ailesinden söz etti, anne ve babanın vefatının ardından herkesin kendi ayakları üzerinde durduğu, hayatını gayet güzel kurduğu, kimsenin kimseye muhtaç olmadığını söyledi. Bir hafta su gibi aktı ve ortasından muhteşem bir denizden nehir akan, iki kıtayı birbirine üç Elmas gerdanlıkla bağlayan şehire döndük, ikimizde farklı kıtalarda yaşıyorduk ve bu koca şehirde sadece telefonla görüşme fırsatımız oldu. Mevsim yaz olduğu İçin ben şehirden uzaklaştım, kısaca kahve içmeye bile vaktimiz olmadı.

Mevsim sonbahardan kışa dönerken ben şehrime geri döndüm ve ikimize de ortak nokta olan Boğaz kıyısında buluştuk, içilen dumanı üstünde çayların, sohbetlerin ardından gene herkes kendi hayatına döndü.  Bir sonraki yaz bana misafir oldu ve birkaç gün içinde birbirimizi  daha yakinen tanıma fırsatımız oldu. Sürekli kardeşlerinden ve onların variyetlerinden söz ediyordu. Aklıma “kel kız sırma saçlı ablasının saçları ile övünürmüş “ sözü geldi, çünkü kendisi kendi yağıyla kavrulan bir imkana sahipti. İnsanı yakinen tanımak İçin en az bir hafta kadar birlikte bir evde yaşamak gerekliymiş gerçekten buna bir kez daha emin oldum.
Tüm arkadaşlarıma kardeşlerinin nesi var var nesi yok tek, tek anlattığı İçin arkadaşlarımın bir kez dinlediği durumu ben defalarca dinlemek zorunda kaldım. 

Bir hafta içinde aslında arkadaşımın fazla hoşsohbet olmadığını ve ezberlediği bazı konularda konuştuğunu ve sürekli aynı kelimelerle benzer konularda konuştuğunu fark ettim. O dışarıda süslü, püslü, bakımlı haliyle dolaştığı yüzünün ev halini gördüm, elini ne kadar az yıkadığının farkına vardım.  Bende el yıkama takıntısı vardı ona göre ve bu kadar sık el yıkamak manasızdı. Bende elimi nereye sürsem yıkarım, salata yaparken bile eğer eldiven takmıyorsam her sebzeyi doğradıktan sonra elimi yıkar kurular, sebze sularının salatanın içine elimden kesme tahtasına akmasını istemem.
Oysa salata yapmaya başlarken bile elini yıkamıyordu. Nasılsa salatalık malzemeler yıkanırken elim yıkanıyor diye söylüyordu. Akabinde elinin suları salata kasesine akıyor ve bu durum benim midemi bulandırıyordu. En son biber dolmasını elini yıkamadan tencereden eliyle alınca yollarımızı onunla ayırmaya karar verdim. Biber dolmasını eliyle tencereden alan insan görmedim hayatımda, servis İçin konulan çatal, kepçe vs. onun kullanım dışındaydı. Elinin lezzetinin olduğunu söylemişti daha önce eliyle yemenin lezzetinden bahsettiğini anlamamış olmalıyım diye kendime kızdım.
Onun yaptığı salataya ağzımı sürmedim, elini sokarak aldığı biber dolmasını da yemedim. Bir hafta mutfakta yiyecek hiçbir şeye elini sürdürmedim, servis yaptıktan sonra kendi tabağından eliyle,  çatalla,  bıçakla yemesiyle ilgilenmedim.

Bir hafta sonra onu otogardan uğurladım ve Evi baştan sona temizletip, onun izmaritlerinden kokuttuğu ne varsa yokettim, anladım ki ben biraz huysuz ve titizlik hastalığına yakalanmışım. İnsanın kurulu düzenine düzensizlik ve rahatlığa alışmış birisinin uyum sağlaması zor elbette. Oysa sohbet ederken fuarda kendisinin çok temiz olduğunu söylemişti, evine hiç gitmedim, onu ağırladıktan sonra evine gitmek istemedim.

Onun geldiği kasabadan başka bir arkadaşım vardı az görüştüğüm, bir etkinlik sonunda yorgunluk kahvesi içerken müşterek arkadaşımdan söz ettik. Onun evine gittiğini ve çöp ev gibi bir evde yaşadığını söyledi. Bir odasında evcil hayvanların olduğunu, bakımını iyi yapmadığı İçin evin çok kötü koktuğunu söyledi. O temiz olmayan evden dışarı çıkarken süslenip çıktığını, evine hiç bakmadığını söyledi. Ablaları da onun gibi bir hayat yaşadığı İçin bu yaşam tarzının onlara doğal geldiğini söyledi.

İki hafta kadar önce müşterek arkadaşımız aradı ve onun nasta olduğunu, ziyaret etmek İçin birlikte gitmemizi teklif etti. Uzun zamandır görüşmüyordum arkadaşımla, birazda anlatılanların gerçeklik payını gözümle görmek için gittim evine.

Ömrü hayatımda bu kadar boş kavanoz, pet şişe,  naylon poşet, boş karton kutusu bir arada görmemiştim. Evine şaşkınlıkla baktım, salonda kanepede uzanmıştı, ev toz, kir içindeydi ve ağır bir koku vardı. Beş dakika gözlerimi devirerek sağa, sola baktım ve kendimi dışarıya zor attım. Evde ablası vardı ve bu karışık ev ortamından abla kardeş rahatsız değillerdi. Ev hayvanları da bu karışık ortamda dolaşıyordu evin içinde.

Bir daha hiç tanımadan evine gidip ev halini görmeden hiçkimseyi sokakta göründüğü dış kıyafetleriyle değerlendirmemem gerektiğini anladım.  Öyle kolaydan sen benim kız kardeşim ol dememeye karar verdim. Kardeşleri de anlattığı gibi varsıl Kişiler değil aksine onun gibi yoksul ve pasaklı bir hayatı yaşadığını gördüm.
Temiz pak olan hiçbir ev yoksul gözükmez, yoksulluk ne ayıp ne de utanılacak bir durum fakat su sabun ile barışık olmamak, çok kirli evlerde yaşamak ayıp.

Yalancının mumu yanmıyordu, yalancının yanacak mumu yoktu, o  cılız yalancılık mumu söndü artık. “Evli evine, köylü köyüne, Evi olmayan da sıçan deliğine” tekerlemesi ile yollarımız ayrıldı.

 Nejla BILGIN

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam