reklam
reklam

ALMANYA ACI VATAN

Köşe Yazarı: NEJLA BİLGİN   Eklenme Tarihi: 23 Ekim 2018, Salı - 10:51   Okunma Sayısı: 32496


Küçük köyde ne elektrik vardı ne de evlerde su vardı. Elli haneli yeşillikler içinde bir dağ yamacına kurulu köyde hemen,hemen tüm haneler bir şekilde birbiri ile akrabaydı. Ya kan bağıyla ya da evliliklerde akraba olmuşlardı. Buna rağmen kimse kimseyi akraba olarak görmüyor ve sudan sebeplerle kavgalar yaşanıyordu. Çok az farklılıklarla aynı ekonomik güce sahiptiler.

Babasının da onayı ile Ahmet o zamanlar ekmek kapısı olarak görülen Almanya'ya gitmek  üzere yola çıktı. Giderken tüm köy halkı ile  vedalaşıp gurbet yoluna çıkmıştı. Yüreği umut ve kendisine iyi para kazanıp zengin edecek hayaller ile doluydu. Önce İstanbul'a akrabalarına gelmiş ve akabinde Sirkeci'den tren ile yola çıkmıştı. Sene 1960 aylardan Ekim'in 15 idi. Bir kompartımana yerleşti ve yürek çarpıntısı ile pencereden geçtiği yollara bakmaya başladı. Akrabaları ona yolluk yiyecek hazırlamışlar ve portakal da vermişlerdi. Ahmet portakalı çok severdi ve köyünde o günkü koşullarda portakal alma imkanları yoktu. Güneyde askerlik yaptığı günlerde bu meyveyi ilk kez tatmış, güneşe benzeyen turuncu rengini ve daha kabuğunu sorarken çıkan o muhteşem kokuyu çok sevmişti. Ağızda dağılan o tatlı suyu ne kadar lezzetli ve insanı mest eden bir yiyecekti. Askerden sonra İstanbul'da kısa süre çalışmıştı ve ilk maaşı ile portakal almış, simit ve portakal ile büyük bir keyifle Gülhane parkında karnını doyurmuştu. O gün Sultanahmet ve meydan ona şahane gözükmüş ve bu meyveyi Köyü'ne ailesine de götürmeyi düşünmüştü. Lakin köye gitme zamanı yaza tekabül etmiş ve mevsimde portakal olmadığı için götürememiş ve portakalı ailesine anlatmıştı. İçlerinde portakalı bilen ve tadan çok azdı. Ilk fırsatta bu harika meyveyi ana ve babasına tattırmak niyetindeydi. Bir tür kısmet olmamıştı. Şimdiyse Almanya yolcusuydu orada çok çalışacak ve Köyü'ne varsıl birisi olarak dönecekti. Dönerken de en çok portakal götürmeyi düşünüyordu ..

Kafasında başarı hayalleri ile yerinde duramıyordu. Biran önce gideceği ülkeye ulaşmak için sabırsızlanıyordu. Anası ona yolda oyalanması için kabak çekirdeği kavurmuş ve tahta bavulunun içine küçük bir kese ile yerleştirmişti. Trene binince aklına kabak çekirdeği gelmiş ve ceplerine doldurduğu kabak çekirdeğini avuçlarına almış ve çitletmeye başlamıştı. Çekirdeği yiyor ve kabuğunu da trenin içine atıyordu. Karşısında bir anne ve kız vardı ve ona şaşkın birazda küçümseyen bakışlarla bakıyor ve kendi aralarında anlamadığı bir lisan ile konuşuyorlardı.. Ahmet cebinden bir avuç kabak çekirdeği çıkardı ve göz hakkı niyetine ana, kıza doğru uzattı. Onlar ise aynı kızgın bakışlarla başlarını iki tarafa sallayıp istemediklerini belirttiler. Ahmet umursamadı , o vazifesini yapmış ve ikram etmişti ister kabul etsinler ister etmesinlerdi. Sonra ise çıkınından portakal çıkardı soydu ve kabuklarını yere atıp dilimlerimi büyük bir iştah ile yedi. Karşısında oturan ana kız gene ona sert nazarlarla bakıyordu. Onların neden baktığını anlamadığı için köylü oluşuna kızdıklarını ve onu hor gördüklerini düşündü. Kabak çekirdeğini almadıkları için, portakalı ikram etmedi.

Bir süre sonra ana, kız çantalarından sarılı sandviçlerini çıkardılar ve küçük ısırıklarla yediler. Önlerine geniş birer mendil sermişler ve etrafa kırıntı dökülmesini önlemişlerdi. Sandviçleri bittikten sonra portakal çıkardılar ve dizlerinin üzerine  serili bezin üzerinde soydular ve yediler. Sonra o bezi katlayıp portakal kabuklarını çantalarına koydular.

Ahmet onlara küçümseyen nazarlarla baktı. Portakal kabuğunu yere atmaya kıyamamışlardı. Bunlar ne kadar cimri insanlardı. Demekki o kabukları bile bir şekilde  yiyecek olarak değerlendireceklerdi.  Almanya'da yaşayan Almanların da bunlar kadar cimri olabileceğini düşündü ve içini sıkıntı kapladı. Bir süre camdan dışarıyı seyretti sonra koridora çıktı ve oradan dışarıya bakmayı tercih etti. Bu sırada karşısında oturan genç kız koridora çıkmış ve oradaki çöp kutusuna elindeki bezi silkelemiş ve portakal kabuklarını, sandviç kırıntılarını atmıştı. Bezi katladı ve kompartımana girdi.

Ahmet o anda onların kendisine neden kızgın bakışlarla baktıklarını anladı ve yaptıklarından utandı. Uzunca bir  süre  koridorda ayakta kaldı ve kompartımana gidemedi. Içeri girdiğinde ise karşısında oturan ana ve kızına hiç bakamadı.

Daha önce Almanya'ya işçi olarak  giden uzak akrabaları onu garda karşılamış ve birlikte kaldıkları eve götürmüştü. Artık ne hâyâl ettiyse bu dar sokakları ve gri binaları görünce şaşırdı. İçeride on tane farklı şehirden gelen erkek kalıyordu. İçerisi havasız, ve rutubet kokuluydu. Kısa sürede onu da bir fabrikaya aldılar. Is çok yorucu ve koşullar ağırdı. Lakin buraya para kazanmaya gelmişti ve tahammül edecekti.

Birlikte kaldığı arkadaşları her gün bulgur pilavı yapıyordu. Şaşırdı onu burada da bulgur pilavı bulmuştu. Bir gün kuru fasulye , diğer gün o kuru fasulye pilav üstüne, diğer gün kalan bulgur pilavı çorba oluyordu. Şaşırdı ve müşterek pişen o yemekler ona çok lezzetsiz geldi. Hiçte anasının yemeklerine benzemiyordu.

Bir süre sonra birlikte yaşadıkları oda arkadaşları ile sorun yaşamaya başladılar. Kimisinin ayakları kokuyor, kimisi çok fazla horluyordu. Kendi aralarında kalıyor ve Almanca öğrenme şansına da sahip olamıyordu. Öğrendiği birkaç kelimeden ibaretti.  Sadece para kazanmak için bunca sıkıntıya katlanmak çok zor geldi. Memleketinde ise toprakları üç erkek kardeşe yetecek kadar değildi. Babalarının vefatından sonra üçe bölününce üçü de aç kalacaktı. Birilerinin baba ocağını terk edip, gurbete çıkması gerekiyordu. Buraya geldiği günden beri uyum sağlayamamış ve çok mutsuz olmuştu. Geri dönmeyi ise gururuna yediremedi. Bak para kazanamadan geri geldi diyeceklerdi. Çoğu geceler başının altındaki yastık ; taş oldu, diken oldu, ateş oldu, buz oldu. Sabır göstermeye başladı. Saçlarında o yaşta beyaz teller çoğalmaya başlamıştı. Göz altlarında torbalar oluşmuş ve mor halkalar hüzünlü gözlerini çerçeve yapmıştı.

Genellikle gıdasız kaldığı için yorgun ve halsizdi. Bir gün makinede çalışırken aklına anası ve memleketi geldi. Uykusu geldi ve göz kapakları ağırlaştı. Kolunu yanlış bir yere doğru uzattı ve o anda ustabaşı ona doğru hızla koştu ve .....

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam