reklam
reklam

Denizin ortasındaki doğal fıskiye AKÇAY

Eklenme Tarihi: 31 Ağustos 2017, Perşembe - 09:00   Okunma Sayısı: 194914

İSTANBUL

Aniden yola çıkmaya karar verişimle Spontane gelişen Akçay gezimde oraya vardığımda nelerle karşılaşacağım ya da rezervasyon yaptırmadığım için bir yer bulamayıp sokakta kalma riskine rağmen özgürce yola koyulma heyecanı daha mutlu edici idi. 
Yolculuk esnasında kafamda kurduğum ve olabilecek bütün olumsuzluklara bir düşmana nispet edercesine her şey pozitif ve beni mutlu etmek için kurgulanmış gibi ilk andan itibaren benimle beraberdi.
Uyuyan bir Akçay’ın sessiz misafiriydim ben de saat sabahın altısında. Henüz hava aydınlanmamıştı, bir bankta oturdum ve henüz uyanmamış şehrin sakinliğini izleyerek sabahın tertemiz havasını içime çekerek misafirleri olduğum bu nezih tatil beldesinde hiç tanımadığım insanların şehrinde sabaha günaydın dedim.  
Sabahın huzur veren erken saatlerini ve sessizliğini hep sevmişimdir. Henüz hayat koşturmacası başlamadan sokakların terkedilmiş hissi uyandıran o dingin zamanları her zaman mutlu etmiştir beni, sanırım büyük şehir kalabalığından sıkıldığım için olsa gerek. 
İşte şehre indiğim bu erken saatler benim için çok değerli zamanlardı ve şehri bir kenardan izledim bir süre o keşmekeş ve koşturmaca başlamadan önce.
Güneş doğmaya başlamış ve ortalık aydınlanıyordu. Akçay uyanıyordu. 
Karşımda muhteşem Kazdağları yeşilin her tonu ile gözlerimi, ünü dünyaya yayılan oksijen deposu ağaçları ile ciğerlerimi doldurmaya başlamıştı.
Bir an o tertemiz havanın ve dinginliğin etkisi ile sersemlemiş olsam da burada olmaktan mutlu olmanın sevinci ile Akçaya kocaman bir ‘merhaba’ dedim.
Şehrin büyüleyen havasından sonra gelelim spontane gezimin gerçekçi yerine....
He şey lehime ve olumlu gelişiyordu eminim ki yer bulma konusunda da sıkıntı çekmeyecektim en azından böyle olmasını umuyordum.
Böyle yerlerde en mantıklı şey orada yaşayan halktan ya da bir esnaftan bilgi almaktır. Ben de öyle yaptım ve bir esnafa ‘kendime uygun bir yer nereden bulabilirim’ diye sorduğumda merkezde Yenimahalle mevkiinde demiryolu kampının hemen bitişiğinde aile pansiyonlarının olduğunu ve oraya bakmamı söyledi.
Önce o kişinin bana tarif ettiği demiryolu kampını buldum, kampın hemen yan tarafındaki sokakta sıra sıra aile pansiyonları olduğunu gördüm. Sokağa girdim ve pansiyonlara bakınırken orta yaşlı bir hanımın balkonunu yıkadığını gördüm. Bu sokak iki katlı evlerin olduğu, hepimizin yaşadığı gibi sakin bir mahalleydi. Balkonu yıkayan teyzeye selam vererek uygun bir yeri olup olmadığını sordum.
İçten ve sevecen bir hanımdı, hemen yanıma gelerek bir odası olduğunu söyledi. Sokağa girer girmez kısa sürede kalacak bir yer bulduğuma sevinirken bir de sabah kahvaltısı verdiklerini söylediklerinde daha da mutlu oldum. Bu tarz pansiyonlarda genelde sadece oda tutabilirsiniz ama ben korkularımla çıktığım bu yolda buraya ayak bastığım andan itibaren olumlu olaylarla karşılaştığım için bu tatilin bana artı bir hediye olduğunu düşünmeye başladım. Bu kahvaltı güzel bir sürpriz ve sabah uyandığımda ‘’nerede kahvaltı edebilirim’’ düşüncesi olmadan güne başlamak  harika olacaktı.
Hemen 6 günlük konaklama bedelimi ödeyip odama yerleştim. Odam, giriş katta idi ve tertemizdi. Ben giriş katları bahçeye yakın olduğu için çok severim zaten. Bu evin de bahçesine  misafirler için masalar yerleştirilmiş, çocuklar içinde küçük bir oyun alanı yapılmıştı. Sabah kahvaltısını bahçede yapmak için ayarlanan  bölüme yerleştirilen yiyecekler  minik bir açık büfeyi andırıyordu. Kahvaltılıklar bizzat ev sahibimizin kendi  el emeği ve yörenin doğal ürünleri idi. Her sabah saat 9:00 ile 11:00 arasında bahçede yeşillikler arasında dizilmiş masalarda tertemiz havada diğer tatilciler ile aynı ailedenmiş gibi birlikte samimi bir kahvaltı yapmanın keyfi de bir başkaydı. Ben de lezzetli yöresel ürünlerden oluşan kahvaltımı yaptıktan sonra üzerimi değişip ‘nerede denize girebilirim’ arayışına çıktım. Akçay’ın sahil şeridi uzun ve geniş ama sahil taşlık, deniz dalgalı olduğu için denize girerken biraz sıkıntı yaşıyor insan.
İlk gün su biraz bana serince geldiği için ayaklarımı suya sokmak, sahilde ilginç bulduğum taşları toplamak  ve kıyıda güneşlenmek ile yetindim. Güneş teninize değdiği andan itibaren sizi mutlu ederken tatlı tatlı esen rüzgar ise sizi fazla bunaltmadan güneşlenmenin keyfini yaşatıyordu.
Burada 6 gün kalacak ve her gün kahvaltımı yaptıktan sonra denize girerek ve güneşlenerek günlerimi geçirecektim ama ikinci gün benim gibi tüm Akçaylıları sürpriz bir hava bekliyordu. Öğle saatlerinde başlayan gök gürültüsü yerini sağanak yağışa bıraktı. Bir kaç saat yağan sağanak yağış sahile inmemize olanak vermezken bahçede yağmur almayan bir yerde kitap okuyarak ve haberimi yazmaya başlayarak geçirdim. Bir süre sonra yağmur dindi ve güneş yine o güzel gülüşünü bize armağan etmeye başladı. Güneşin ‘’hadi kalak ne oturuyorsun’’ der gibi daveti üzerine hareketlenip şehir turuna çıktım.  Sahilin biraz iç kısımlarında kalan yerlerde her türlü yiyeceğin satıldığı dükkanlar, benim asla hayır diyemeyeceğim dondurma tezgahları, bir yanda haşlama bir yanda közde süt mısırlar ve tüm tatilcilerin uğrak yerlerinden olan hediyelik eşya ve takı satan dükkanlar misafirlerini beklemekte idiler. Atıştırmalık bir şeyler yedikten sonra günlük dondurma hakkımı kullanarak çilek, frambuaz ve limon üçlüsünden oluşan dondurmamı alıp sahili turladım ve bir bankta oturup denizi seyre daldım.
 Gündüzleri denizin ve güneşin keyfini çıkaracağınız Akçay’ın akşamları çok fazla etkinlik yapabileceğiniz bir yer olmadığı için bana göre sakin ve de sadece kıyıyı turlayarak, sevdiğiniz yiyeceklerden yiyerek ve kalabalık gitti iseniz sevdiklerinizle sohbet ederek geçirebileceğiniz bir yer. Merkezde sadece bir lunapark gözüme çarptı bu da çocuklar için eğlenceli olur. Genel de sahil tatilcilere satış üzerine kurulmuş dükkanlardan ibaret. Akşam olduğunda ayrıca sahile kurulan sıra sıra tezgahlarda hanımlar el ürünlerini satıyorlardı. Sokak aralarında yemek yiyebileceğiniz bir çok yer var ama en çok tavsiye edebileceğim aile olarak işletilen ve evin hanımın yemekleri yaptığı zeytinyağlı ve sulu yemek hizmeti veren yerler. Ben de bunlardan birinde güzel bir yemek yedim ve masama bir sürahi soğuk su geldi ve suyu içe ieç kanamıyorsunuz o derece tatlı ve yumuşak içimli. Su demişken burada su denizden çıktığı ve de dağlardan geldiği için bedava, sadece atık su için para ödüyorlarmış. Akçay sokaklarında neredeyse adım başı çeşme var, su deryası bir belde burası. 
 Benim de bu yıl ilk kez görme fırsatı bulduğum Akçay’ biraz tanıyalım. 
l AKÇAY;  şehir hayatında iş yoğunluğu ve stresini çeken kişilerin belli bir zaman diliminde dahi olsa dinlenmek için bir yer hayal ettiğinde akla gelen ilk yerler arasında bulunmaktadır. Şehir hayatından uzaklaşıp, bütün gerginliğin ortadan kalkması için gereken bütün eşsiz güzellikleri içinde barındırmaktadır. Ruhunuzun nefes aldığını hissedeceğiniz, hem bedenen hem de ruhen dinlenmek için harika bir yer olarak tercih edilmektedir. Doğa ile iç içe bir oksijen ambarına sahip olan Kazdağları ve Akçay’da unutulmaz dakikalar geçirdiğinizde, hiç bitmesini istemeyeceğiniz zaman dilimine sahip olmak isteyeceksiniz emin olun.  
l KAZDAĞLARI
 Gelelim dünyaca ünlü oksijen deposu Kazdağlarına; Biga yarımadasının en yüksek dağı olan Kazdağı ya da Kaz Dağları olarak isimlendirilen dağ silsilesi, Marmara Bölgesinin de Uludağ’dan sonra en yüksek ikinci dağıdır. Alanın en yüksek kesimleri Karataş (1774 m), Babadağ tepe (1765 m), ve Sarıkız tepedir (1726 m). 1994 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile 20.935 hektarlık bir alan Milli Park ilan edilmiş ve koruma altına alınmış. Kazdağı Milli Parkı, biyolojik çeşitlilik (flora ve fauna), endemik bitki türleri, orman ve su ekosistemleri, jeolojik ve jeomorfolojik yapı, mitolojik geçmiş ve çevresindeki geleneksel yaşam tarzı ile ulusal ve uluslararası düzeyde eşsiz öneme sahiptir ve bu özellikler Kazdağı Milli Parkı’nın önemli kaynak değerlerini oluşturmaktadırlar.
l SARIKIZ
Sahil şeridinde gezerken kayalar üzerinde  önünde kazlar olan bir kız heykeli gördüğümde bunun bu yöreye ait bir yaşanmışlık ve bir hikayesi olduğunu düşünerek araştırmasını yaptığımda Sarıkız ile karşılaştım. Kazdağlarının tepesinde sarıkız tepesi olarak anılan yerde anıt mezarı olan Sarıkız, Çanakkale iline bağlı Ayvacık’ın bir köyünde ailesi ile yaşarken, küçük yaşta annesi vefat eder. Babası ile Kaz Dağları’nın eteğindeki Güre köyünün yakınlarındaki Kavurmacılar köyüne gelerek yerleşirler. Burada çobanlık yaparak geçimlerini temin ederler. Köyde çok sevilirler. Köyün yaşlıları, gençleri Sarıkız’ın babasına akıl danışırlar. Köylüler onun ermiş olduğunu düşünürler. Aradan yıllar geçer Sarıkız büyür güzel bir kız olur. Babası da yaşlanır. Aklında hep hacca gitme fikri vardır. Hacca gidebilmek için namazında niyazında sürekli Allah’a yalvarır. Sarıkız babasının bu isteğini yerine getirmesi için onu teşvik eder. Babasına artık büyüdüğünü kendisine bakabileceğini, daha fazla yaşlanmadan hacca gitmesi gerektiğini söyler. Babası kızını komşusuna emanet eder, hacca gider. O zamanlar hacca gitmek şimdiki gibi değil, belki altı ay, belki de daha fazla, yaya gidiliyor.
Babası hacca gittikten sonra, köyün delikanlıları, Sarıkıza talip olurlar. Sarıkız hiçbirine yüz vermez. Onlarda dedikodu yayarak Sarıkıza iftira ederler.
Baba hacdan dönünce kimse yüzüne bakmaz, selamını almazlar. Sarıkızı teslim ettiği komşusuna bunun sebebini sorduğunda, Sarıkızın kötü yola düştüğünü söyler. Baba günlerce düşünür. Adet olan hac hayrını da yapamaz. Köyde yaşayabilmesi için namusunu temizlemesi gerekmektedir. Fakat çok sevdiği kızını öldürmeye kıyamaz. Yanına aldığı birkaç kazla, kızını, Kaz Dağının zirvesine götürüp oraya bırakır. Orada  yabani hayvanlara yem olacağını düşünür.
Aradan yıllar geçer. Bayramiç tarafından gelen yolcuların dağda yollarını kaybettiklerinde, darda kaldıklarında kendilerine sarı bir kızın yol gösterdiğini, yardım ettiğini söylerler. Kazlarının olduğunu, hatta bunların bir gün Bayramiç ovasına inerek çiftçilerin mahsülüne zarar verdiğini, köylülerin bu durumu sarıkıza söylemeleri üzerine, Sarıkızın eteğine doldurduğu taşları saçarak, bir avlu oluşturduğunu, kazlarında artık aşağılara inmediğini söylerler. Kaz avlusu diye anılan bu alanın duvar kalıntıları günümüzde bile gözükmektedir.
Bu hikayeleri dinleyen baba, bunun Sarıkız olabileceğini düşünür. Dağın yolunu tutar, zirveye vardığında, duvarlarla çevrili kazların bulunduğu bir alanla karşılaşır. Kızını bugün sarıkız tepe diye anılan yerde bulur. Sarıkız, babasını gördüğüne sevinir. Ona saygı gösterir, hürmet eder. Babası namaz kılmak için abdest almak ister. Sarıkız, abdest alması için babasının eline su döker. Babası suyun tuzlu olduğunu söyler. Sarıkız aceleden yanlışlıkla denizden aldığını söyler ve testisini vadilere doğru uzatır. Yeni doldurduğu suyu babasının eline döker. Babası buz gibi tatlı suyu tadınca kızının erdiğini anlar. O sırada siyah kara bir bulut gökyüzünü kaplar, Sarıkız kaybolur. Babası kızının erdiğine, sırrının açığa çıkması nedeniylede kaybolduğuna kanaat getirir. Kızına iftira edildiğini anlar ve köylülere beddua eder. Bugün Kavurmacılar köyünde yaşayan kimse kalmamış, muhtar, köy mührünü, yaşayan kimse kalmadığı için Kaymakamlığa teslim etmiş ve köyün adı kütükten silinmiştir. Sarıkızın babası üzüntü ile tepelerde dolaşırken bugün Baba tepe denilen yerde ölür. Yöre halkı Sarıkıza ve babasına dağın yassı taşlarını üst üste koyarak mezar yaparlar. Sarıkızın mezarının olduğu tepeye Sarıkız tepe, Babasının bulunduğu tepeye Baba tepe derler. Yöre halkı her yıl ağustos ayında Sarıkızı ve babasını anmak için buralara çıkarlar.

Editör: EMİNE KALYON

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam