reklam
reklam

Geçmişe sevgi ve bilgiyle dokunanlar / Arkeoloji bize ne anlatır

Eklenme Tarihi: 8 Ağustos 2021, Pazar - 23:50   Okunma Sayısı: 158170
Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Seçil ile Urfa bozkırlarında Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (Fao) tarafından yürütülen insanlık tarihinin geçmişine ışık tutan, ‘’Türkiye’nin Bozkır Ekosistemlerinin Korunması ve Sürdürülebilir Yönetim Projesi’’ ve bölgedeki arkeolojik önemi üzerine söyleştik.

Arkeoloji biliminin gönüllülük kavramına duyduğu gereksinimi vurgulayan Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Seçil Çokoğullu, meslek sorumluluğunu tanımlarken geleceğe aktarılması gereken bilgileri korumanın gelecek kuşaklara karşı sorumluluğumuz olduğunun altını çiziyor. 

 

  - Dr. Seçil Çokoğullu, sizi tanıyabilir miyiz?

Arkeoloji eğitimim 2000 yılında Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji bölümünde başladı. Yüksek lisansımı Dokuz Eylül Üniversitesi’nde, doktoramı Ege Üniversitesi’nde tamamladım. Beş yıldır da Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü’nde öğretim üyesiyim. Öğrenciliğimden beri, Balıkesir’in Edremit ilçesi Altınoluk mahallesinde devam eden Antandros antik kenti kazısında çalışıyorum. Ayrıca Urfa ve çevresinde Harran ve Haleplibahçe kazılarında çalıştım. 2020 yılında ise Şanlıurfa Müzesi ile birlikte Şuayip Şehri olarak bilinen arkeolojik alanda araştırmalara başladık.

 

- Neden arkeoloji?

           - Sonda söyleyeceğimi başa alayım. “Eski”ye olan ilgim sebebiyle arkeoloji.Bugünü her açıdan anlayabilmenin geçmişi anlamakla mümkün olacağına inancım sebebiyle arkeoloji. Geçmişin bilinmezini bilinir kılmaya çalışmanın verdiği heyecan için arkeoloji.

10-11 yaşlarımdayken Pergamon antik kentini (Bergama/İzmir) gezmiştik ailemle. İlk kez “eski taşlar”la bu kadar yakın temasım oldu o gün. Yüzyıllar öncesinde yaşamış insanların yürüdüğü yerler, dokunduğu taşlar, yazdığı yazılar… tüm bunlar sanki bugüne mesaj getirmiş gibi gelmişti bana. 

Meslek olarak arkeolojiye yönelmek bugün olduğu gibi oldukça riskliydi, iş bulmak bugüne göre daha zordu o yıllarda. Ama bir şekilde bugüne kadar geldim ve şimdi mutluyum. 

 

- Arkeoloji insanın kendi geçmiş hikayesiyle bağ kurmasına, gerçeğe yakın anlamlandırma yapmasına nasıl yardımcı olur? 

           - Arkeoloji çok yönlü bir bilim dalı aslında. Kazılarda ele geçen buluntuların tümü taş, cam, metal ya da pişmiş toprak eserlerden tutun da midye kabukları, çeşitli hayvanlara ait doğal ya da işlenmiş kemikler, bitki tohumlarına kadar, yedikleri içtikleri ürünlere ait kalıntılardan, yapılar ya da günlük eşyalarda kullanılmış ahşap parçalarına kadar, hatta nadir de olsa kumaş kalıntıları… hatta o günün insanın kendi kalıntıları; insan iskeletlerinden söz ediyorum. Ve yazının kullanımı tabii ki… Yeri geldiğinde bunların hepsi arkeoloji dahil farklı bilim dalları tarafından incelenir, tarihlenir, gerekirse yorumlanır. Bu bilgileri bir araya getirmek, bütünsel olarak değerlendirmek ve o günün yaşamını ortaya koymaya çalışmak arkeolojinin işidir. Bu noktada görünen geçmişteki insanın yaşamına dair bulgular ortaya çıkar. Nerede yaşadığı, barınma unsurları, kullandığı eşyalar (hangi materyalden yapılmış, hangi alanda ne kullanıyor, vs.), beslenme, üretim, ticaret, teknoloji, doğal çevreyle uyumu, ölü gömme gelenekleri, inanç sistemi… Şimdi bunlara bakıldığında aslında günümüz insanını da görüyoruz. Basit birkaç örnekle anlatmaya çalışayım. Ticareti ele alalım. İhtiyacı olan ama onda olmayanı bir bedel karşılığında elde ediyor insan her zaman. Bu takas yoluyla başlıyor tabii. Ama sonra değer biçiliyor ürünler için. Para kullanılmaya başlanıyor. Para birimleri ve değerleri değişiyor sürekli tarih boyunca alışveriş her zaman var. Başka bir örnek bir insan topluluğunun yaşadığı çevre, o günkü ihtiyaçlar veya bakış açıları (korunma, inanç, sanat…) mimari özelliklere çok etki ediyor mesela. Sonra savaşlar… Zenginlik, hammadde, ego, güç, güvenlik… geçmişte de, insanın gerçek anlamda hayatta kalmak için daha az çaba göstermeye başlamasından sonra toplulukların aralarındaki savaşların sebepleri bugünden farklı değil gibi görünüyor, genel olarak baktığımızda. 

Üniversite birinci sınıfta bir hocamız, “geçmişten bugüne değişen bir şey yok, insan hep aynı insan” derdi. Binlerce yıldan söz ediyoruz, nasıl olmaz diye düşünürdüm ama hocam aslında o kadar haksız değilmiş. Değişen hem çok şey var hem de yok gibi neredeyse. Bunları fark edince bugüne bakış daha yumuşak bir çerçeveden oluyor ve taşlar yerine daha kolay oturuyor, en azından benim için.

 

- M.S 2. yüzyıla uzanan Soğmatar antik kenti insanını kısaca nasıl tanımlayabiliriz?

M.S. 2.yüzyıl deyince Roma Dönemi’nden söz ediyoruz aslında. Soğmatar o dönemde Edessa Krallığı bünyesinde. Ve bir kutsal alan olma özelliği gösteriyor aynı zamanda. Bölgede en çok tapım gören Sin (Ay Tanrısı) kültü merkezlerinden biri. Sin için yapılmış bir mabedin varlığını biliyoruz. Ayrıca yazıtlarda adı geçiyor ve Tanrı Sin’in kabartmalarda figüratif olarak da yer aldığını biliyoruz. Sin kültünün varlığının kesinlik kazanması önemli çünkü farklı adlarla da olsa Ay Tanrısı Sümerlerden beri Mezopotamya’nın en önemli tanrıları arasında olup aynı zamanda en çok tapım gören bir tanrıdır. Şanlıurfa’nın güneyinde yer alan ve Soğmatar’a 40 km. uzaklıkta bulunan Harran’da M.Ö. 2.bin yıldan beri adının geçtiği bilinir. 

Roma döneminde bile, Hıristiyanlığın yayılışına kadar önemini koruyan Sin kültünün yanı sıra yedi gezegenle ilişkili tanrıların Soğmatar’da tapım gördüğü düşünülür ki, Soğmatar çevresindeki küçük tepelerde yer alan bazı kalıntılar bunların kutsal mekanlar olarak kullanıldığını göstermektedir zaten. Ay ve gezegenlerin inanç sistemi içinde yer alması, söylediğim gibi Mezopotamya kökenli. Soğmatar’da yapılan yüzey araştırması ve nekropol (mezarlık) alanındaki kazılar sonucunda eldeki verilere göre Soğmatar’da ilk yerleşen insanlar Güney Mezopotamya’dan buraya göç etmişti. Bu şekilde inanç sisteminin de bu şekilde geldiği düşünülebilir kısaca. 

Soğmatar’ın çok yakınındaki Harran’da ele geçen buluntulara göre Asur ve Babil dönemlerinden İslami döneme kadar baş tanrı Sin olmak üzere gezegenlerle ilişkili tanrıların tapım gördüğü anlaşılmakta. Soğmatar’da nekropol haricinde bilimsel arkeolojik kazılar yapılmadığı için kesin bir şey söylemek zor ama benzer sonuçlarla karşılaşmak çok olası açıkçası. 

Özetlersek Erken Tunç Çağlarında yaklaşık olarak Irak’ın güneyindeki bölgeden buraya göç eden Soğmatar’ın ilk sakinleri. Sonra yerleşim devam ediyor yüzyıllarca, hatta günümüzde bile… 

 

- Tektek dağlarının bölge olarak insanlık tarihinde birden fazla yüzyıla ev sahipliği yaptığını söyleyebilir miyiz?

Elbette. Hatta Tektek Dağları’nın insana yaptığı ev sahipliğini yüzyıllar değil bin yıllarla ifade etmek mümkün. Bu bölgede Epi-Paleolitik çağlarda insan izlerini görmeye başlıyoruz. Neolitik döneme gelindiğinde son dönemlerde kazı çalışmaları başlayan Karahan Tepe ön plana çıkıyor. Karahan Tepe çalışmaları “Göbekli Tepe Kültürü” nün bilinmezlerini biraz daha aydınlatacak ve soru işaretlerini belki biraz azaltacak veriler sunuyor. Kalkolitik Çağ sonları ve Erken Tunç Çağı yerleşimleri de, henüz kazıları yapılmasa da yüzey araştırmaları ile tespit edilmiş durumda ki bunlardan biri Soğmatar’daki höyük ve nekropol alanı. M.Ö. 1. binyıldaki kültürlerin de bölgedeki varlığını biliyoruz. Ve bölge Roma Dönemi’nden önemli kalıntılara sahip. Soğmatar ve Şuayip Şehri’nde yer alan kalıntılar en bilinen örnekleri.

 

- Genç arkadaşlarımızın Arkeoloji hakkında bilgi sahibi mi genç kuşaklara Arkeolojiyi nasıl daha iyi anlatabiliriz?

Son yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın arkeolojik kazı çalışmalarına verdiği desteğin artması ve görünür hale gelmesi, oldukça modern ve konforlu yeni müzelerin yapılması aslında arkeologların en azından, tabiri caizse, “mezar kazıcısı” olmadığının anlaşılmaya başlanması için temel oldu demek mümkün bence. Aynı zamanda çok sayıda arkeoloji bölümü açıldı. Bunun dezavantajlı yönleri de var ama arkeoloji bölümü okuyan kişilerin sayısı arttı. Kreşlerden başlayarak ilköğretim ve ortaöğretimde müze gezileri yaygınlaştı. Hatta bazı kreş ve anaokullarında mitoloji dersleri veriliyor. Çocuklara yönelik kitap ve boyama kitapları var; antik kentler, eski yapılar ve mitoloji üzerine kitaplar genellikle. Ayrıca oyuncaklar var, çocuklar kazı yaparak bir eserin parçalarını buluyorlar. “Tarihe Yolculuk” projeleri uygulama alanları yaygınlaşıyor, hem Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı müzeler hem de kazıların ziyaretçi merkezleri veya kazılara destek olma amacı güden dernekler bünyesinde herkesin farklı ölçeklerde eski dönem yaşamlarını deneyimleyebileceği uygulama alanları var. Bunların hepsi toplum olarak eski eser bilinci, tarihe sahip çıkma ve arkeolojiyi tanıma açısından olumlu yönde etkileyen uygulamalar şüphesiz. Kitaplardan okumak, belgesellerde izlemekten çok yerinde görmek, deneyimlemek, eski eser bilincinin oluşmasında daha etkili olduğunu düşünüyorum. Tabii ki arkeolojik bilgilerin akademik dilden çıkarılıp herkesin anlayabileceği hale getirilmesi de büyük rol oynuyor bu nokta da ki, son yıllarda dergicilik ve sosyal medya alanlarında bu konuda da gelişmeler var. 

Kaynak: ÖZEL HABER
Editör: SONNUR ADA

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam