reklam
reklam

İnsan ancak kendini velayeti altına alırsa kurtulur…

Eklenme Tarihi: 1 Temmuz 2021, Perşembe - 11:02   Okunma Sayısı: 89435
‘Bir kere doğum yoluyla dünyaya gelmiş her insan doğayı bilmek, tanımak ve onun sorumluluğunu yüklenmek zorundadır. Başka yolla dünyaya gelenlerin ise bu dünyada kesinlikle yaşamamasından yanayım. Çünkü insana çok benzeyen ve her şeyi çıkarları uğruna tahrip ve talan eden bu canlı türünün insanlığın ve doğanın sonunu getireceğine inanıyorum.’ diyen Emine Saraçoğlu ile keyifli bir ropörtaj gerçekleştirdik.



*Emine Saraçoğlu, sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Ben, İstanbul Bakırköy doğumlu, kalabalık bir ailenin en son çocuğuyum. İlk, orta ve liseyi Bakırköy’de bitirdim. İki yıllık İstanbul Spor Akademisi öğrencisiyken okulu bırakıp bir kamu işletmesinde göreve başladım. Bu arada Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesini bitirdim. Yazarlık hayatım 2003 yılında Şimdilik Kadın adlı romanımın yayınlanmasıyla başladı.

Bazen öfken diline yardım eder…

*Şimdilik Kadın’dan özetle biraz bahsedebilir misiniz?

Tabii. Şimdilik Kadın, bir genç kızın cinsel kimliğinden ötürü sürekli başının derde girmesini ve psikolojik sarsıntılarını konu alır. Kendisini tanıştığı bütün kadınlara aslında bir erkek olduğunu söyleyerek onlardan adeta aşk dilenir. Çoğunda da başarır. Ancak yetinmez, her seferinde daha fazlasını ister. Bir söz yazarı ve bestecidir kendisi. Asıl mesleği öğretmenlik olsa da ondan pek söz etmez. Sonradan şarkıcılığa da soyunur. Sahnelerde boy gösterir ve aranılan bir isim olur. Fakat asıl mesele onun cinsel kimliğidir. Bir kadın bedenine sıkışmış bir erkeği düşünün ve içindeki çalkantıları gözlerinizin önüne getirin. Daha fazlası var da daha azı yok.

*Diğer kitaplarınızdan da kısaca söz eder misiniz?

İkinci kitabım Güzellik Suçları da yaşanmış bir hikayedir. Bu, bir genç kadının karşı cinsle yaptığı ölüm kalım savaşıdır. Kadın zengin, başarılı bir insanı, güzel, eğitimli ve kültürlü, boşandığı eşi ise işsiz, eğitimsiz, açgözlü ve hoyrat biridir. Adam boşandığı halde eski eşinden devamlı para, mal ve zaman koparmaya çalışarak kadını taciz eder, fırsat buldukça da döver, hatta defalarca da öldürmeyi dener. Sonuç olarak kadın birtakım mutlak kararlar alır ve onları sırasıyla yerine getirir. Kitabın ana teması da zaten intikam üzerinedir…

Bazı insanların yüreğinden büyük kinleri vardır…

*Bir sonraki kitabınız Önce Unutan Kazanır’a da azıcık değinebilir miyiz?

Önce Unutan Kazanır, yoksul bir ailenin en büyük oğlunu anlatır. Onun, hayatın karşısında gösterdiği direnç, çevresindeki hemen hemen herkesi etkiler ve hepsini de geride bırakır. Okul ve iş hayatında gösterdiği başarılar da yine herkesçe takdir edilir. Fakat aileden hiçbir yardım görmez. Üstelik belli bir zaman sonra ailenin geçimini de kendisi üstlenir. Eşcinsel kimliğinden dolayı hiçbir sorun yaşamaz, ama yine de zaman zaman bunu sorgulamak zorunda kalır. Babasıyla olan çatışmaları ve annesiyle olan diyalogları oldukça ilgi çekicidir.

*Son kitabınız Ve Tanrı Kabul Etti. Peki, sizce Tanrı gerçekten kabul etti mi?

Bence etti. Romana göre de etti, ama kızın öncelikle uzun meşakkatli bir yolu aşması gerekti. Onun dua ve sabrı, sonunda hem bir melek olmasını hem de öteki dünyayı görüp tanımasını sağladı. Bir melek olarak bu dünyaya yeniden geldiğinde ise bu kez de insanı anlayamadı, tanıyamadı… İnancı sorgulamak, Tanrıya adanmış sohbetler, sabrı sınamak, aklı melekelerle terbiye edip onu zekayla yarıştırmak, aşka duyulan ilgi, aşkın melek kalbindeki çırpınışları ve kişilerin birbirlerine yansıttıkları olumsuz tavırlar, özellikle de adalet kavramının giderek zayıflaması kitabın üzerinde durduğu esas konulardır…

Tanrı fani sever…

 



*Çok güzel. Doğrusu okumak için sabırsızlanmadım değil. Emine Hanım, edebiyat sizin için en çok hangi anlama gelir veya gelmeli?

Sokak dersinden öğrendiklerimiz bazen bütün bildikleriminiz önüne geçer…
Edebiyat benim için her anlama gelmeli. Siyasi, ekonomi, spor, eğitim, sosyoloji, doğa, psikoloji vb gibi. Birinden birinin olmaması demek, edebiyatta kaydı yok demektir, ki bu da edebiyata aykırı bir durumdur. Bir romanda veya diğer edebi eserlerde hayatın tüm alanları soluk alır, okur onu duyar ve öylece okumayı sürdürür. Yoksa eline aldığı gibi bırakır, öyle değil mi? Sanırım edebiyat olmasaydı insanların birbirleriyle anlaşmaları ve birbirlerine olan yaklaşımları incelikten ve ayrıntıdan yoksun olacağı için epeyce aşağılarda seyrederdi.

*Muhakkak. Doğanın bizlere nasıl verici olduğunu ve karşılığında bizim ona nasıl acı çektirdiğinizi düşünecek olursak bu konuda neler söylemek istersiniz?

Bir kere doğum yoluyla dünyaya gelmiş her insan doğayı bilmek, tanımak ve onun sorumluluğunu yüklenmek zorundadır. Başka yolla dünyaya gelenlerin ise bu dünyada kesinlikle yaşamamasından yanayım. Çünkü insana çok benzeyen ve her şeyi çıkarları uğruna tahrip ve talan eden bu canlı türünün insanlığın ve doğanın sonunu getireceğine inanıyorum. Doğanın bize dönüşü her zaman muhteşem olmuştur, ama bu ona annelik babalık yaptığımız sürece söz konusudur. Bu fedakarlığı yapmadan doğadan bunu asla bekleyemeyiz. Kısacası insan denen canavarın elinden kurtulduğu an doğa da kendini sürdürmeye devam edecektir. Tabii şimdilerde bu muhteşemlik sadece sözcüklerde kaldı gibi bir şey.

*Katılmamak ne mümkün! Kadınları ele alırsak, Türkiye’de her zaman kendi başlarına mücadele veren ve genelde hep yarı yolda kalan kadınlar nasıl bir yol izlemeli ki sonunda başarıyı yakalasınlar?

Takdir edersiniz ki, eğitim burada olması gereken ilk basamak. Aile, kadın üzerindeki baskısını en aza indirirken en fazla özeni de yine ona göstermek zorundadır. Kadın, hakkını bir şekilde aramıyor da sineye çekiyorsa ben ona üzgünüm ki müstahak derim. Hak aramak namustur, şereftir, iffettir. Hakkını aramayan, ya da onu kendi elleriyle bir başkasına teslim eden bir kadın ancak kadın altı bir yaratıktır diyebilirim. Kadının asli görevi kendini dünyaya bir savaşçı olarak hazırlamasıdır. Bunun karşısında duracak hiçbir erkek hegemonyası tanımıyorum. Belli seviyede eğitimden geçmemiş hiçbir kadının dünyaya çocuk getirme hakkı olmamalıdır. Toplumun sağlığı için doğurganlık onların ellerinden alınmalı ve onlara işe yarar başka görevler verilmelidir diye düşünüyorum. Bu böyle…

*Sizce ülkemizde edebiyat var mı? Varsa, mesela bunun hakkını veren kimlerdir?
Bize tarzımızı sormayın, üstümüz başımız hep kitap…
Ülkemizde elbette edebiyat vardır. Olmaması zaten hayatın bittiği anlamına gelir. Ancak yapılan edebiyat mıdır bu tartışılır. Edebiyat illaki Cumhuriyetin ilk dönemlerindeki gibi ya da Batı tarzında olmak zorunda değildir. Kendi kültür ve birikimlerimiz var. Bir ülkenin edebiyatı, o ülkeyi dünyanın gözünde kalıcı ve saygın kılar. Bana kalırsa ülkemizde çok iyi yazarlar ve eserler var. Bunların bulundukları yer ve oraya layık olup olmadıkları da tabii ki ayrı bir konu. Nice değer edebiyatçımız var ki, adını kendisi bile bilmez. Hahah… Biraz da toplumun edebiyata bakış açısının edebiyatçı üzerinde etkisi olduğunu düşünüyorum.

*Ülkemizdeki son siyasi olaylar için ne dersiniz?

Milletçe zenginlik kalkınma, kişisel zenginlik hırsızlıktır…

İzin verirseniz hiçbir şey demeyeyim. Nitelikli hiçbir şey yok çünkü. Var olan değerlerin de neredeyse esamesi kalmadı. Açıkçası milletçe büyük bir hüsrana uğramış durumdayız. Düzelir mi, tabii ki düzelir, düzelmek zorunda. Her şeyden önce Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’e sözümüz var. Ve bu millete verilmiş bir andımız…

*Şimdi bize biraz da gündelik işlerinizden veya diğer uğraşlarınızdan söz edebilir misiniz?

Şu sıralar son kitabımın uğraşısı içindeyim. Ancak onun da bugünlük yarınlık bir işi kaldı. Sonra yayın işleri için uğraşacağım. Sanırım onu 2021’in ikinici yarısında kitapçı raflarında görebileceğiz. Siz şimdi kitabın konusunu da merak edersiniz. Hemen birkaç kelimeyle anlatmaya çalışayım. Kitap, bir şehirle bir insan arasında yaşanan aşkı anlatıyor. Ve tarihsel olaylarla örülmüş yarı kurmaca bir roman diyelim. Duyguların yana yana, iç içe ve üst üste gelmişliğinde ortaya çıkan kaostan beslenen iki karakter bu romana hayat verir.
Bir diğer uğraşım ise şarkı sözleri yazmak, redaktörlük ve bir de televizyon gibi yayın kuruluşlarına editörlük yapıyorum. En son TRT TÜRK Televizyonunda yayınlanan Elbi Yankı’nın sunup yönettiği BİR RUMELİ HATIRASI adlı programda editörlük yaptım ve halen de yapıyorum.

*Pekala, romanları yazarken esinlendiğiniz birileri ya da bir şeyler mutlaka vardır. Bunları bize nasıl anlatırsınız. Değişken esin kaynakları sizin için daha mı iyidir, yoksa daha mı zorlayıcı?


Ben galiba her şeyden ve herkesten ilham alan biriyim. Bazen bir limon kabuğundan, bazen bir çocuk giysisinden, bazen toprağın nem ve kokusundan veya bir kadının ellerinden dökülen şefkatten, yani her şeyden… Ses, karanlık, ışık ve renk benim örgü malzemelerimdir. Tıpkı tığ ve merserize yumağı işler gibi. Kavgalar, sarılmalar, el sıkışmaları, bakışmalar, bağrışmalar, iç çekişler, yemek yerkenki davranışlar, uyku öncesi ve sonrası, duş, müzik dinlerken yüzlerin aldığı anlatımlar vb, gibi şeyler beni her zaman kendilerine çekmiştir. Ölümün her çeşidine, gülümseyişin her çeşidine kabulümdür…

*Kahveyle veya çayla aranızı sorabilir miyim? Ayrıca sporla ilginizi? Dostluğa bakış açınızı da lütfen…

Kahve sanırım beni güne hazırlayan ilk ve tek içecek. Kokusu ve görünüşü bir fenomen. Lezzeti damağımda olay yaratan tuhaf bir şey. Çay da onun kız kardeşi. İçmeden olmaz. Çay çaydır, kahve kahvedir desem konuyu belki de bir ölçüde özetlemiş olurum. Yerlerini başka içeceklere kaptıracaklarını da hiç sanmıyorum. İyi ki varlar. Spor, evet, spor, kitap yazmadığım zamanlar birebir ilgilendiğim bir alan. Ama genel olarak hemen her gün yaptığım birkaç hareket vardır. Dostluk demiştiniz, o da tıpkı spor gibi kitap yazmadığım zamanlarda üstüne gittiğim, hatta zorladığım sosyal bir faaliyet. Dostlarım buna rağmen katlanırlar bana. Hoş görürler, hiçbir zaman hiçbirinden kopmadım ve kopmayı da düşünmem, dostlar benim ruhumun incileridir…

*Peki, en son genç yazar adaylarına bulunabileceğiniz birkaç tavsiyenizi alalım.


Roman yazarlığı için önerebileceğim en önemli öğe sabır. Bunu gösteremeyecek arkadaşlar hiç bu işe soyunmasınlar. Fakat çok istiyorlarsa şiir veya öykü yazarak da kendilerine bu tatmin duygusunu yaşatabilirler. Bir ikincisi, çok ama çok okumak. Önceleri hiçbir ayrım yapmadan hemen her tür kitabı okumalarını öneririm. Zamanla bu konuda seçim yapabilirler. Ve bolca not almak, gece başlarının ucunda bir bardak su gibi kağıt ve kalem bulundurmaları şart. Hepsini öpüyorum buradan.


*Emine Saraçoğlu, bize ayırdığınız zaman ve söyleşi için çok teşekkür ederiz. Açıklıkla verdiğiniz her karşılık bir değerdir bizim için. Başarılarınızın devamını dilerken yeniden görüşmek üzere diyorum…

İşin püf noktası, olaya her zaman insanca bir şeyler katmaktır…

Asıl ben teşekkür ederim Yeşim Hanım. Bana bu imkanı sağladığınız için minnettarım. Sevgiyle dostça kalın…

 

 

Kaynak: ÖZEL HABER
Editör: EMİNE AVCI

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam