reklam
reklam

Liyakat Liyakat Liyakat

Köşe Yazarı: GAMZE YILMAZ   Eklenme Tarihi: 11 Şubat 2018, Pazar - 16:00   Okunma Sayısı: 224765
Başlıktaki liyakat sözcüğünün anlamı layık olmak, yaraşır olmak ve uygun olmak demektir. Yani hak edenin layık olduğu yerde yer almasıdır. Bir yer kurduysanız layık olanları değil, olmayanları getirseniz işiniz pek de yürümeyebilir; hatta batarsanız. Bizde maalesef ki liyakatin önemi geç kavranmaya başladı.
Osmanlı İmparatorluğu’nu Cihan Devleti kılan en önemli faktörlerden birisi liyakatin harfiyen yerine getirilmiş olmasıydı. Kanuni döneminde elçilik yapan Ogier Ghislain de Busbecq aslında Avusturya Dükü, Bohemya Kralı, kısmi Macar Kralı, hem de Habsburg Hanedanı’nın başı unvanlarını taşıyan ve Macar Kralı Şarlken’in akrabası olan Kral Ferdinand’ın İstanbul’a gönderdiği biri ve İstanbul’a vardığında birden buraya olan hayranlığı da depreşiyor. Ogier Ghislain de Busbecq’un bu hayranlığında haksız olmadığını belirtmek isterim. Çünkü; Kanuni’nin emriyle yaptırılan sarayın 3 bitki bahçesini geziyor ve hayranlığı daha da depreşiyor.
Ogier Ghislain de Busbecq’la ilgili Tarihin Arka Odası programından tanıdığımız Nurhan Atasoy’un anlattığı bir anekdota göre; Kanuni’nin sefer için Amasya’da olduğu haberi iletiliyor ve Amasya yollarına düşüyor, sonra gittiği yerleri objektif olarak değerlendirip iyi ve kötü yerlerini de yazıyor ve Türk Mektupları adının verildiği kitap böyle ortaya çıkıyor. Bu arada Kanuni Sultan Süleyman’ın huzuruna çıkan Ogier Ghislain de Busbecq o dönemdeki benzer amaçla gönderilen elçilerden daha iyi bir muameleye tabi oluyor. Kanuni de Kral Ferdinand’ın bu elçisine pek yüz vermese de yine de daha iyi bakıldığı da tarihçiler tarafından ifade ediyor. İşte Kanuni dönemindeki Liyakat anlayışının bir örneğini bu kitapta söyle buluyoruz.
“Sultanın karargâhı çok kalabalıktı. hizmetkârlar ve yüksek mevki sahibi kimselerle doluydu. bütün hassa süvarileri, sipahileri, garîbler, ulufeciler ve çok sayıda yeniçeriler karargâhtaydı. Bu muazzam kalabalığı içinde tek kişi yoktu ki itibarını kendi şahsi cesaretinden ve meziyetlerinden başka bir şeye borçlu olsun, doğduğu aileden dolayı diğerlerinden farklı kılınsın. Kişiye, verdiği hizmetlere ve yüklendiği vazifeye göre saygı gösteriliyor. Bu nedenle üstünlük mücadelesi de yok. Herkesin yaptığı işe uygun olarak tayin edildiği bir makamı var. Sultan vazifeleri ve görülecek hizmetleri bizzat kendisi dağıtıyor. Bunu yaparken o kimsenin servetini ve rütbesini önemsemiyor, namzet olanın şöhretini ve nüfuzunu düşünmüyor. Sadece meziyetlerini göz önüne alıyor, kabiliyetini, karakterini ve mizacını tetkik ediyor. İşte böylece herkes layık olduğunun karşılığını görüyor ve makamlar da işlerin üstesinden gelebilecek kimselerle doluyor.
Dolayısıyla Türkler arasında itibar, hizmet ve idari mevkiler kabiliyet ve faziletin mükâfatı oluyor. Kişi tembel ve sahtekâr ise hiçbir zaman yükselmiyor, küçümsenip hakir görülüyor. İşte Türkler bu nedenle neye teşebbüs etseler başarılı oluyor ve hükmeden bir ırk olarak hâkimiyetlerinin hudutlarını her gün genişletiyorlar. Bizim usullerimiz ise çok farklı. Bizde meziyete yer yoktur. Her şey doğuma dayanır ve yüksek mevkilerin yolunu açan sadece soylu olmaktır.”
Osmanlı’nın son 2-3 yüzyılında liyakat esasları aşamalı bir şekilde değişiyor ve ehil olmayan kişiler de göreve atanabiliyorlar. Sonuç mu ! Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması ve bu yıkıntılar arasından kurulan Türkiye Cumhuriyetimiz.
Size cumhuriyetin ilk yıllarının Ankara’sından çok önemli bir örneği bu vesileyle bir kere daha anlatmak istiyoruz. 1934’e gideceğiz .MEB’in Ankara’nın Ulus semtindeki binasında gerçekleşiyor. O dönemin bakanı ise Abidin Özmen...
Günün bir saatinde makam kapısı çalınır; tok bir sesle "Giriniz!" sesi duyurulur. İçeriye Atatürk'ün yaverlerinden biri girer, yanında da iki genç var. Özel kalem yetkilisi gelenlere yer gösterir. Yaver Baka Abidin Özmen’e elindeki zarfı uzatır; Atatürk'ten gelmektedir, zarfın üzerinde “Bay Abidin Özmen, Milli Eğitim Bakanı" yazmakta.
Bakan zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur. Mektupta şunlar yazılıdır: “Yaver Bey'le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydını yaptırın.” Bu satırlar; Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ten gelen bir emirdir aslında. Emir, yerine getirilecektir.
Bakan Özmen, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir: “Yaver Bey'in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp, her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine Atatürk'ün ismini yazdırarak bana getiriniz.”
Genel müdür verilen emri yerine getirir. Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen de kısa bir mektup yazar, Atatürk’ün yaverine verir ve yollar.
Bakanın yazdığı mektupta şu ifadeler yer alır: “Muhterem Mustafa Kemal Atatürk, Yaver Bey'le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için; bu çocukları fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğun da emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ek'te takdim ediyorum.” şeklindedir.
Mektup Mustafa Kemal Atatürk’e ulaşır, Başbakan İsmet İnönü'ye telefon ederek: “Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı!” diyerek olayı anlatır. İnönü, Bakan adına özür diler ve düzeltilmesi için gereğini yapacağını söyler. Mustafa Kemal Atatürk ise İnönü’ye şunu söyleyecektir: “Yok! Özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse…”
Cumhuriyetin ilk yıllarında da yerleştirtilmeye çalışılan, liyakat anlayışı ise ne yazık ki; erozyona uğruyor. Sonuç mu ? 15 Temmuz alçak darbe girişimini tetikleyen en önemli unsurlardan birisi oldu liyakat anlayışının zayıf olması. Sonuçta ordumuz ehil olmayanlardan ve aklını başkalarına sunanlardan da arındırıldı ve bugün başarıyla gerçekleşen Zeytin Dalı Harekâtı var. Şehitlerimizin acılarını bir anne olarak paylaşıyor ve baş sağlığı diliyorum .
Değerli okurlarım bundan sonra da liyakat anlayışını güçlü tutmak zorundayız. Bu bizden sonraki kuşaklarımıza bir borçtur. Aksi takdirde başımıza türlü facialar, melanetler gelir.

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam