Herhangi bir ihtiyacı için uzak yoldan gelen kimseye misafir denir. Akraba, arkadaş, tanıdık kimselerden olup da kısa süreli ziyaretlere gelenlere de misafir denilmektedir. Misafirlik günümüzde unutulmaya yüz tutmak üzeredir. Bir eve misafirin gelmesiyle o haneye bereket yağacağına inanılır. Gelen kişiye “Tanrı misafiri” gözüyle bakılır. Geçmişten günümüze kadar misafirleri ağırlamak üzere; vakıflar, imarethaneler, kervansaraylar, köy odaları, misafirhaneler, konukevleri yapılmıştır.
Misafirlikler yatılı, kısa süre oturmalı, bazen de akşam misafirliği şeklinde olur. İnsanların akrabalarını, arkadaşlarını veya komşularını ziyarete gitmesi, ziyarette güzel şeylerin konuşulması ve olumlu davranışlarda bulunulması sonucunda aileler arsındaki sevgi ve güven bağları güçlenir. Küçük çocukların gidilen evde huzursuzluk yapmaması öğütlenir.
Gelecek misafirin geliş saati biliniyorsa kapıda karşılanır, kapıya kadar uğurlanır. Daima misafire tatlı dil ve güler yüz gösterilir. Tabii misafirlikle ilgili kurallar çok daha fazladır, ama bunları sıralamak da bu yazının boyutlarını çok zorlar. Zaten günümüzde özellikle büyük şehirlerde ve apartman hayatında kimse kimseyi tanımaz, birbirine gitmez olmuştur.
Benim kuşağımdan olanlar, çocukluk yıllarını hatırlarlar. Akşam misafirliğe gidileceği zaman önce annemiz babamızla konuşur, onun durumu müsaitse bizi komşuya gönderirdi. Bize de ne söyleyeceğimiz anlatılırdı.
“Bir maniniz yoksa annemler birazdan size gelecek”
Bu ne güzel bir anlayış, bu ne güzel bir davranış! Hep merak ederim, devlet erkânı bazı akşamlar birbirine ev gezmesine gider mi, diye… Siyasetin konuşulmadığı, bir edebiyatçı veya sanatçının da davet edildiği, müzik dinlendiği bir akşam komşuluğu…
Kış akşamları Nevşehirli Sadrazam Damat İbrahim Paşa, hükümdarı “Saray-ı âsafi”de (Sadrazam konağı) helva sohbetine kendi yazdığı kıtalarla davet ediyor:
“Ezelden abd ü memlûkün, çirağ-ı hasınım
Sebep sensin beni ihyaya, devletle saadetle
Senindir hane, yoktur menendin şevketli hünkârım
Kerem kıl sohbeti, helvaya gel şevketle”
Bu kadar ince kıyım bir doğrama olur doğrusu. Buna yağcılık denir mi bilmem ama kınamak gerekmediğini düşünüyorum. Devir, padişaha methiyelerin düzüldüğü devirdir. Sadrazam prosedüre uymuştur. III. Ahmet de vezirine şöyle cevap vermiştir:
“Çirağımsın benim sen hem vezir-i nüktedanımsın
Nazirin (benzerin) yok, sadakat ile meşhur-u cihanımsın”