reklam
reklam

YASAK AŞK

Köşe Yazarı: NEJLA BİLGİN   Eklenme Tarihi: 31 Temmuz 2021, Cumartesi - 23:06   Okunma Sayısı: 116872

 

YASAK AŞK

Sene 1940 Eskilehir Tayyaye Fabrikası. Istanbul Haliç kıyılarından Şile kökenli makina mühendisi Mustafa bey yoğun istek üzerine  Tayyaye fabrikasında işe başladı. Genç eşi Leyla hanımla lojmanlara taşındı.  Ilk günler. İstanbul'dan gelen Leyla hanım bulunduğu ortama uyum sağlayamadı ve her akşam işten gelen Mustafa beye gündelik yaşamından şikayet etmeye başladı.

Büyük bir şevk ile genç Cumhuriyet'in ilk Tayyare fabrikasında çalışmaktan gurur duyan Mustafa bey eşinin sürekli şikayetinden bunaldı ve onu babasının evine İstanbul'a gönderdi. Leyla hanım memnuniyetle baba evine kucağındaki küçük kızı ile döndü. Mevsim yaz ve insanlar serinlemek için  istanbul 'un incisi prens adalarına küçük motorlarla Akın ediyordu.  Evlerinde hazırlayıp getirdikleri, sarmalar, dolmalar, börekler, kuru köftelerle hem deniz banyosu yapıyor hemde piknik yapıyorlardı.
Leyla hanımın babası motorcu Ömer kaptan idi. Eminönü Üsküdar arası motorlarla yolcu taşıyordu. Yazın bu seferlere adalar seferi de ekleniyordu. Bu sebeple Leyla hanım ve ailesi adalara çok sık gitme imkanına sahiptiler.

Leyla hanım çok küçük yaşta evlenmişti. Bir çocuk annesi olmasına rağmen yaşı henüz onsekizdi. Babası onu bir arkadaşının oğlu ile evlendirmiş ve istikbali parlak bir genç, iyi kısmet kaçırmayalım demiş ve kızını hemen evlendirmişti.
Leyla ise Mustafa beyle bu iyi kısmet sözleriyle evlenmiş ve evliliği süresince de Mustafa beye fazla ısınmamıştı. Mustafa bey ağır bir gençti, fazla sohbetten ve boş laflardan hoşlanmayan, sürekli kitap okuyan bir genç adamdı. Lisan öğrenmeye çalışıyordu, amacı yurt dışına gidip eğitim almaktı. Leyla ise içten içe ona kızıyor, okuyupta ne yapacak, gâvurca öğrenip ne olacak diye kızıyordu. Leyla hafta sonları kol kola gezeceği, sinemaya ve tiyatroya gideceği, istiklal caddesinde her hafta yürüyüp, muhallebi yiyeceği bir koca hâyâl etmişti. Oysa Mustafa beyin bunlara ayıracak vakti yoktu.

Leyla'nın babası o yaz Büyükada'da eski bir köşk kiralamıştı ve yaz boyunca adada kalmayı planlamışlardı. Pek çok akarabalarının adada yerleri vardı ve buraya aşinaydılar. Küçük kızını annesine bırakan. Leyla o yaz genç kızlık günlerine döndü, zaten yaşıtı kızların pek çoğu daha evlenmemişti. Leyla bekar kızlara özeniyordu, bekar kızlar da Leyla'ya özeniyordu.

Kız arkadaşları ile adanın açıklarında yüzerken Leyla'nın ayağına kramp girdi ve o dahil tüm arkadaşları panikledi, çığlıklar atmaya başladılar. Bu sırada biraz ileride yüzen bir genç adam hızla onların yanına geldi ve Leyla'yı sahile çıkardı. Hepsi de bu yakışıklı adamdan etkilenmişti. Kısa saçlı, uzun boylu, kaslı ve bronz tenli genç adam  Leyla'yı bırakıp tekrar açıldı. Kızlar kendi aralarında fısıldaşmaya başladı. Keşke bize de kramp girse ve bizi de böyle birisi kurtarsa diye konuşmaya başladılar. 
Akabindeki günlerde yakışıklı adam ile tesadüfen yan yana yüzmeye ve aynı yerde güneşlenmeye başladılar ve o günkü kazadan dolayı tanışıklıkları sebebiyle selamlaşıp, yanlarında getirdikleri yiyeceklerden ikram ettiler. Yakışıklı oldukça kibar bir beyefendiydi ve hiç onlarla onların düşündüğü gibi ilgili değildi. Onun havacı subay olduğunu ve annesinin adadaki evinde kaldığını öğrendiler. Kızlarda üniforma merakı vardı ve daha da çok heyecanlandılar.

Leyla bu bey ile kurulan samimiyetten rahatsız olmuştu, hem evliydi, hemde babasının kulağına giderse Ömer kaptan kızardı. Fakat içten içe bu şen esprili ve yakışıklı genci en az kızlar kadar o da beğeniyordu. Sürekli eşi ile mukayese ediyor ve keşke bu subay ile evli olsaydım diye düşünürken kendini yakalıyor ve utanıyordu.

Ağustos ayı o sene o kadar çok sıcak geçti ki gece adada olmalarına rağmen hava çok bunaltıcıydı. Leyla mayosunu giydi ve kimseye haber vermeden plaja indi. Niyeti biraz serin sularda yüzüp eve geri dönmekti. Kıyafetlerini kumsalda bırakıp, serin sulara atladı, bir süre yüzdükten sonra sahile geri dönmek için yüzmeye başladığında elbiselerini bıraktığı yerde birisinin dikildiğini fark etti. Yanlış yere mi bakıyorum diye baktı ve hızla yüzerek kumsala çıktı. Elinde havlu ile bekleyen o genç subaydı. Şaşkınlıkla baktı ve uzun saçlarından yüzüne ve sırtına süzülen sulara, ter suları karıştı, kalbi gümbürtülerle atıyordu. Genç adam elinde tuttuğu havluyu Leyla'nın omuzlarına nazikçe bıraktı.
Leyla kumsala ve görebildiği kadar çevresine baktı. Çok uzaklarda yüzenler ve neşeli sesler geliyordu. Adada hayat sabaha kadar şen ve neşeli devam ediyordu.

Leyla sadece adını bildiği bu genç adam ile onun annesinin evine doğru hiç konuşmadan tuhaf bir heyecan ile yürümeye başladı. Nereye gittiğini biliyordu ve orada yaşanacakları da biliyordu. Yüreği hem heyecan hemde korku ile çarpıyordu. Bir taraftan heyecan yaşamak isterken, diğer yandan eşine acıyordu, o bunu hak edecek ne yapmıştı? Yanındaki adam fısıltı şeklinde konuluyor ve sıcak nefesi kulağına geldikçe başı dönüyordu. Kumsaldan dar yoldan yokuşu tırmanmaya başladılar, sağlı, sollu evlerin balkonlarında içki içenler, çay, kahve içenler ve sohbet edenler vardı. Tam yokuşun ortasına gelmişlerdi ki, iki ev ötesi subayın evi, dört ev sonrası ise mahallenin en meraklı adamı Rıfat Efendi'nin eviydi. Leyla irkildi ve buz gibi bir hava dalgası tüm vücudunu sardı. Ne yapıyordu? Bunun sonucuna katlanabilecekmiydi? Bu sırada arkadan nefes nefese koşan birisi Leyla diye sesleniyordu. Leyla olduğu yerde mıh gibi kaldı, ne sesin sahibine dönebiliyor, ne de o sesten kimin sesi olduğunu çıkarabiliyordu. Bu saatte bu genç adamla birlikte sokakta oluşunu nasıl izah edecekti? Kalbi gümbürtülerle atarak ayak seslerinin yaklaşmasını bekledi ve arkasına döndü. Bu o idi ve şimdi Leyla gerçekten hapı yutmuştu.. Şey diye kekelemeye başladı ve ...

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam