reklam
reklam

SİVRİ TOPUKLU KIRMIZI PABUÇLAR

Köşe Yazarı: NEJLA BİLGİN   Eklenme Tarihi: 9 Şubat 2021, Salı - 01:20   Okunma Sayısı: 187404


Kentin eski sokaklarında Arnavut kaldırımlarında yüksek ökçeli pabuçlarımın sesi yankılanıyor.  Nisan ayının tatlı serin esen rüzgarları mavi İpek şalımı havalandırıyor. Saçlarım rüzgarın tesiriyle birbirine karışıyor, önemsemiyorum. Başka vakit olsa hemen kendime çeki düzen veririm, ben öyle saç baş dağınık dolaşmayı hiç sevmem, her daim moda dergisinin kapak sayfasından çıkmış gibi gözüktüğüm söylenir.

Çelik topuklu pabuçlarım Arnavut kaldırımı taşların arasına batıyor ve yürümekte zorlanıyorum. En nihayetinde sokağıma geldim, keşke gelmez olsaydım! Benim bıraktığım zamanda yeni olan ne varsa şimdi eskimiş, bakımsızlaşmış, adeta virane olmuş buralar. Sokakta kapı önünde oturan çiçekli basma etekli, yemenili kadınlar birbiri ile konuşmayı bırakıp bana bakıyorlar, anlamadığım bir lisanda konuşuyorlar. Bizim evin önüne gelince durdum ve binaya aşağıdan yukarıya alıcı gözüyle baktım.
Kapının önünde oturan kadın hemen ayağa kalktı ve benim binaya bakmamı fırsat bilip yanıma doğru yaklaştı, bozuk bir Türkçe ile,
-Yabancısınız galiba, kime baktınız?
Döndüm ve kadına baktım, bana tanıdık gelmedi, ben burada yaşarken bu sokaklarda onun giysilerinde sadece hizmetlilerin hanımları veya evlere temizliğe gelen kadınlar olurdu, onlarda işlerini yapar, semten uzaklaşırdı. O zamanlar kapı önünde oturmak ayıptı, illa sokakta oturmak istersen arka bahçeye konulan hasır koltuklarda otururdu kadınlar. Bina merdivenlerine ayakkabı İle basılan yerlere çocuklar bile oturmazdı.
Kadına tepeden tırnağa baktım, esmer yüzü, çatlamış elleri İle tarlada çalışan kadınlara benziyordu.
-Ben buralıyım, siz yabancısınız galiba!
Kadın ağzını açtı, ön dişlerinden birisi eksik, diğerleri de fırça yüzü görmemiş gibi kirli sarıydı. Gözlerini açarak sen ne diyorsun der gibi baktı.
-Bende buralıyım, on sene oldu buraya geleli, seni çıkaramadım!

Sustum ve binaya baktım, alt kat camından diğer cama çamaşır ipi asmışlar, kirli mi temiz mi belli olmayan çamaşırları da ipe asmışlar. Pijamaların paçalarından birbirinden ayrık asılmış ve uzun paçalı donlar da aynı şekilde asılmış. Biz eskiden bu sokaklarda çamaşırları arka bahçeye asardık eğer balkona asacaksak da en öne havlular, gömlekler asılır iç çamaşırlar İle pijamalar en arka ipe asılırdı. Sadece iç çamaşırı yıkandığı zaman bile öne bir çarşaf asılır karşıdan bakanların iç çamaşırları görmesine mani olunurdu. 
Giriş katlarda bile perdeler yarı açılmış içerisi görünüyor. Pencerelerden kadınlar başlarını çıkardıkları gibi bellerine kadar sarkıp, bağıra çağıra sohbet ediyorlar.

Eskiden tül perdeler hiç açılmazdı, komşuya gidilecekse çocuk gönderilir veya telefon edilirdi, öyle pencereden pencereye kimse sohbet etmezdi.
Bakkala giderken bile kadınlar giyinir, temiz pak giderdi. Sokakta oynayan çocukların giysileri tertemiz olurdu.

Sokaktaki çocukların giysilerine baktım, su görmemiş gibi pis, yüzleri sabah yıkanmamış gibi kirliydi. Kadın benim sohbet etmeye meraklı olmadığımı anlayınca gitti merdivenlere oturdu. Diğerlerine benim buralı olduğumu söylediğimi anlatıyor ve onlarda inanmamış gibi bana bakıyorlardı

Köşede kahve içtiğimiz mekan açıktı oraya gidip deniz havası alıp bir kahve içip soluklanmak istedim. Tam birkaç adım atmıştım ki önüme yukarıdan kova İle atılır gibi su atıldı, gayri ihtiyari geri irkilince metal topuklu ayakkabımın topuk kısmı Arnavut kaldırımı taşlara takıldı ve topuk çıktı, sinirle yukarı baktım.
-Ne yapıyorsunuz! Diye bağırdım.
-su temiz, toz kalkmasın diye attım,
Diyen cırtlak bir ses duydum, 

Eğildim metal ayakkabı topuğunu aldım ve topallamamaya çalışarak kahveye doğru yürüdüm, ilk bulduğum kenar masaya oturdum. Kahveci uzaktan beni izliyormuş belli ki.
-Bunlar hep böyle görgüsüzler, sokağa bakmadan su atıyorlar, dedi.
 Sokağa bakıp su atılabilirmiş onu anladım.

İki bina yan tarafta ayakkabı tamircisi Cezmi efendi vardı eskiden fakat aradan kırk yıl geçti, yaşıyor mu bilmiyorum o sebeple kahveciye sordum.
-İleride tamirci Cezmi efendi vardı eskiden dükkanı açık mı?

Şimdide şaşırma sırası kahvecideydi. 
-Yirmi sene oluyor bir sarhoşla kavga etti Cezmi efendi şişlediler onu.
-Öldü mü?
-Hemen değil, hastanede iki gün sonra öldü. Siz Cezmi efendiyi bilirmisiniz?
-Bilirdim. Mekanı cennet olsun üzüldüm ölümüne. Ayakkabımı tamir ettireceğim bir yer var mı?
-Var, oğlu baba mesleğini yapıyor. Verin ayakkabınızı ben çırakla göndereyim, tamir etsin. 
Bana da karton getirdi yere basmamam için. İki ayakkabımı da verdim topukta bir kısalma olursa ikisi de aynı olsun diye.
Kahveci beni merak ediyor fakat soru sormaya çekiniyordu. Acı kahvemi içip,  Marmara denizini seyre daldım. Bir süre sonra Kahveci çırağı elimde pabuçlarımla geldi. Bu tür Çelik topukları tamir edemiyormuş ayakkabı tamircisi. Teşekkür ettim ve kahvemi yudumladım, şoförü çağırır arabadan yedek pabuçlarımı isterdim, sorum yoktu. Telefonumu almak için çantama baktım kapalıydı şarjı bitmiş, internet açık kalınca bu telefonların şarjı çabuk bitiyor. Aklıma ezbere şoförün telefonu gelmedi. Hiçbir telefon ezberimde değildi. Nereye gittiğimi bilmeyen şoför beni aramazdı, ona "sen buralarda oyalan ben seni ararım." demiştim.  Şimdi şöförü bulma olasılığım da zayıf.

Kahveci bana mavi renkli banyo terliği gibi kocaman terlikler verdi, üzerinde beyaz martılar uçuyor. Ya tek sivri topuklu pabuç İle seke, seke yürüyecektim iki sokak otoparka yada bu mavi plastik terlikleri giyecektim, ikinciyi tercih ettim.

Eski sokağımdan geçerken kapı önünde oturan kadınlar bana gülerek baktılar, benimse tüm havam sönmüş, süklüm püklüm olmuştum. Mavi şalımla saçlarımı sardım ve kimseye görünmeden, eski mahallemden kaçarak uzaklaştım. Oysa burada  beni tanıyan kalmamıştı. Giysilerimle mavi banyo terliği ne kadar tezattı.

Yürürken ne evlerin eskiliği ne de kadınların giysileri bana tuhaf geldi. Kendimi çok kötü hissettim o anda anladım ki bana hava veren o metal ökçeli kırmızı pabuçlarmış, onlar yoksa ben bir hiçmişim. Bir ayakkabı boyu saltanatım yarım saatte bitti. Arabanın başında beni bekleyen şoförüm ise bir ayaklarıma bir bana bakıp bıyıklarını ısırıyordu.
Hemen bagajdan yedek ayakkabılarımı alıp giydim ve şoföre döndüm.
-Sakın gülme! 
-Çok komik görünüyorsunuz gülmemek mümkün değil! Geçmiş olsun. 

Kırk yılda neler değişmişti koca kentte, eskiden yaşayanlar kentin merkezinden uzaklaşmış kent merkezi sonradan gelen mültecilere kalmıştı. Onlarda kent kültüründen uzak, geldikleri yerde nasıl yaşıyorlarsa aynı yaşıyorlardı.

Hava alanına ulaştım ve on beş saat sürecek aktarmalı uçuş için dış hatlara yöneldim. Moda devi olsan Ne olacaktı gittiğin ülkede, vatanında doğduğun sokakta bile seni tanıyan yoktu. Bende mülteciydim kırk yıldır o okyanus ötesi yeşil suların aktığı ülkede..

Cam kenarından son kez kentime baktım ve artık buraya ait olmadığımı hissettim. Anladımdı ki bir yerden gidiyorsan döndüğün vakit asıl mülteci olan sen oluyordun.  Bu kentte ve gittiğim yerde mülteci olan bendim artık...

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam