reklam
reklam

Sanki bir büyü; Sosyal medya illüzyonu

Köşe Yazarı: EMİNE KALYON AVCI   Eklenme Tarihi: 12 Ağustos 2020, Çarşamba - 09:38   Okunma Sayısı: 181871

Güzel ülkem internet kullanımında 27. yılını doldurdu. Türkiye'nin ilk internet ağı projesi, 1991 yılında ODTÜ ve TÜBİTAK tarafından başlatıldı. İlk internet bağlantısı ise 12 Nisan 1993 tarihinde ODTÜ Bilgi İşlem Daire Başkanlığı'na ait yönlendiriciler ve PTT'den sağlanan 64 Kbps kapasiteli kiralık hat kullanılarak gerçekleştirildi ve NSFNet ile bağlantı kuruldu. 27 yıl bu az bir zaman değil hal böyle olunca evlerimize giren internet sağlayıcılar ile her birimiz birer dünya vatandaşı olduk. Evimizde oturduğumuz yerden dünyanın hiç görmediğimiz yerlerini ziyaret edebilir, engin bilgi denizinde bilgilerimizi genişletebilir, iş yorgunluğu ile evimize döndüğümüzde bir tıkla tüm ihtiyaçlarımızı alabilir, uzaktaki akraba ve arkadaşlarımızı salonumuzun konforunda ağırlayıp hasret giderebiliriz, canımız sıkıldığı bir anda dileyene film, dileyene oyun siteleri çeşitli hizmetler sunmaktadırlar. Bu saydıklarım internet çağı ile artık kaçınılmaz ve gerekli olan davranışlar ve bunlara daha niceleri eklenmekte ve eklenecek çünkü bu çağın gerisinde kalamayız. İnterneti bilimsel ve eğitsel olarak kullandığımızda sayısız faydaları vardır bizler için. Evimizdeki internet ile odamızın bir penceresini dış dünyaya açmakla ufkumuz genişler ve dünyayı keşfedebiliriz ama aynı zaman da bu açmış olduğumuz pencere, aile mahremiyetimizi delerek  güvenlik zaafiyetine dönüşebilir dikkatli olmazsak. Hepinizin de bildiği üzere interneti kötüye kullananlar ve suistimal edenler hep olmuştur ve de olacaktır.  İşte bu sebeple en çok da dış dünyadan gelebilecek kötülüklerin ve kötü zihniyetli insanların farkında olmayan çocuklarımız etkilenecektir. Çağ öyle bir çağ oldu ki şimdi neredeyse çocuklar ellerinde tablet yada telefonlarla uyuyorlar ve bu şekilde alışan bir çocuğu bir süre sonra kontrol edemiyorsun ve bir bağımlı gibi pc. yada tablet başından kalkmıyorlar. Aileler kısıtlama koymak istediğinde artık çok geç oluyor ve bu sefer de sınırlandırılan çocuk doyumsuz ve agresif bir hal  aldığından bu sefer de çocuğuyla baş edemeyen ebeveyn göz yummak zorunda kalıyor ama bilmiyorlar ki orada oyun oynarken izlediği oyunu seslendiren gençlerin kullandığı dil ve argo kelimeler kendi çocuklarının bilincine yerleşiyor ve sizin özenle büyütmek istediğiniz ve de yanında dikkatli konuştuğunuz çocuğunuzu hiç tanımadığınız biri eğitiyor, onun konuşma tarzı, onun argo sözleri çocuğunuzun kişiliğine yerleşiyor ne acıdır ki. Hepimiz biliyoruz çocuklarımızı pençelerine almış bir çok oyun sitesi deşifre oldu ve kötü olaylar yaşandı.  Yan odadan bir şey  yada mutfaktan bir bardak su istesen yerinden kalkmaz ama o kötü niyetli kişilerin komutlarına harfi harfi uyan ve kötü şeyler yapan hatta canına kıyan evlatlarımız olmadı mı?  Çocuklarımızı nasıl etkilediklerini  siz düşünün artık... Çocuklar konusuna çok dikkat edelim anne, babalar, abla ve abiler, onlar pc başındayken gözünüzü dört açın ve sık sık denetleyin ve maksimum güvenlik önlemlerini alın. Hiç ummadığınız anda siz üzüleceğinize bırakın biraz ağlasınlar....

Çocuklar bahsi çok önemli gerçekten, şimdi biraz da gençlik ve biz yetişkinlerin internet alemindeki davranışlarımıza bir göz atalım.

Herkes bu anlatımda biraz kendini bu örnek çiftimizin yerine koysun ve empati yapalım lütfen. Bir çift düşünün, yoğun iş gününün ardından gelen cumartesi ile plan yapmak istediler. Çok güzel bir film geldiğini bildikleri için sinemaya gitmeye karar verdiler. Malum biz hanımlar dışarı çıkacağımız zaman biraz süre uzar ve beyler gerilir. Gerilen beyimiz karısına geç hazırlandığı için kızıyor hatta asansörde tartışarak iniyorlar.

Bir tek onlar değil güzel bir Cumartesi akşamında dışarı çıkmak isteyen,  malum İstanbul trafiği ve yolda trafik sıkışıyor.  Evden çıkarken gergin olan beyimiz, bir yandan kendisini sıkıştıran ve kornolar çalan araçlara bağırıp çağırıyor, bir yandan da geç kalmalarına sebep olan karısına bağırıyor. Talihsizlikleri bununla bitmiyor. Sinemaya geldiler gelmesine ama bu sefer de park yeri bulamayıp bir kaç dakika da öyle dolanıyorlar ve arabanın içinde iyice gerilen sinirleri ile tam bir sinir harbi yaşıyorlar. Neyse ki sonunda bir yer bulup gecikmeli de olsa salona giriyorlar ama o gerginlikle filmden de bir şey anlamıyorlar ve dolayısıyla beğenmiyorlar.

Evden çıktıklarından beri eşinin azarlarına maruz kalan hanım, birden filmi eşinin seçtiğini hatırlayıp kötü bir film seçtiği ve gecelerinin berbat olduğu için eşini suçluyor.  Filmin sonunda tartışarak eve dönüyorlar. The End.

Yok yok bitmedi, biten filmdi :)

 Bu yaşananlar da yaşamın gerçek bir kesiti idi, bir çoğumuzun yaşadığı yada arkadaşlarının dertleştiği anlarda dinlediği türden.

Çiftimiz eve döndü, gecenin stresini atmak ve dinlenmek için her ikisi de karşılıklı koltuklara geçip cep telefonlarını ellerine aldılar ve gelelim şimdi olayın sosyal medya boyutuna...

Şimdi bu çiftin arkadaşı  yada yakını olduğumuzu düşünelim. Akşam olmuş dinlenmek için  pijamalarımızı da giymiş huzur içinde oturuyoruz kahvemiz sehpada, kah televizyona bakıp kah telefonumuzdan sosyal medya paylaşımlarını beğeniyoruz. Instagram’a bu arkadaşımızın(yakınımızın)  fotoğrafı düşüyor.

 Gülümseyen iki yüz, ellerinde kocaman patlamış mısır paketleri, arka planda o beğenmedikleri filmin afişi.

Fotoğrafın altına da güzel bir not düşülmüş;

“Muhteşem bir yaz akşamı, enfes bir film, patlamış mısır ve aşkım.”

Haa not bu kadar değil sonuna bir de kalp kondurmuşlar.

Arkadaşınız adına seviniyor ama içten içe de biraz moraliniz bozuluyor. “Ben bütün gün evde temizlik yaptım şimdi de pijamalarımla evde oturuyorum. Millet nasıl da eğleniyor!” diye canınızı sıkıyorsunuz.

İşte  hayatımızın sosyal medya boyutu ve sosyal medyanın illüzyonu bu. İstisnasız hepimiz ucu bucağı olmayan bir podyumda ha bire poz veriyoruz. Etrafımızdaki seyirciler de  bunlar genelde takipçi dediklerimiz oluyor ve bu büyük kıyaslama oyununa ha bire özeniyor. Gerçek yaşamda her daim mutlu olmasak da ve çok gezmesek de sosyal medyada mutlu görünmek, çok geziyor ve eğleniyor görünmek için harcanan çok büyük bir çaba var. sanki büyülenmişler gibi  hele de gençler arasında... Takip ettikleri sosyal medya fenomenlerinin gittiği yerlere gidenler mi derseniz, hiç beğenmedikleri halde sırf onlar yaptı ve çok beğeni aldı diye beğenmediğ yemeği yemeye çalışanlar mı derseniz, kendi ailesi ve yaşamı öyle olmadığı halde kendini bir fenomenin yerine koyanlar mı derseniz ve daha bir çok örnek sizlerin de şahit olduğunuz....

Suyun üzerinde dans eder gibi yüzen ördekleri seyredip hayran kalmayanımız yoktur sanırım. Suyun üst kısmından yüzüşüne bakarken nasılda sakin ve güzel yüzüyor diye düşünürüz oysa esas hareketlilik suyun altındadır. Ördek o küçük perdeli ayaklarını hızlıca çırparak suyla mücadelesini sürdürmeye çalışır bize de nazlı nazlı yüzüşü yansır. Stanford Üniversitesi tarafından öğrencilerin zorluklarını tanımlamak için ortaya atılan “ördek sendromu” kavramı, ördeklerin suyla mücadelesinden ilham alınarak adlandırılan ve günlük hayatımızı zorlaştıran bir düşünce sistemini özetlemektedir. Aslında ördek sendromu, öğrencilerin herhangi bir sıkıntı, depresyon, kendinden şüphe etme kaygılarını bastırırken dışarıdan sakin görünebilme yeteneklerini ifade etmek için kullanılmıştır. Ördekler gölün üzerinde hiçbir çaba sarf etmiyormuş gibi, rahat ve dingin bir şekilde süzülürler. Gölün altında kalan ayakları bir makine gibi çalışır ama dışarıdan bakınca hiç belli olmaz.

 İşte bu araştırmacıların öğrenciler için kullandığı  “Ördek Sendromu” kavramı tam da bu tür sosyal medya kullanıcıları için çok uygun düşmez mi sizce de....

Emine Kalyon AVCI

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam