reklam
reklam

Dünyayı kucaklayan kadın Amma

Köşe Yazarı: EMİNE KALYON AVCI   Eklenme Tarihi: 4 Ağustos 2020, Salı - 09:31   Okunma Sayısı: 220181

Uluslararasında aile terapisinin ‘Ana’sı olarak tanınan Aile Terapisti Virginia Satir, yaşamımızı sürdürmemiz için günde 4 kez, iyileşmek için 8 kez, gelişmek için 12 kez birbirimize sarılmamız gerektiğini söylüyor. Başkaca bir çok araştırmalar sarılmanın pek çok faydası olduğunu gösteriyor . Bunlardan ilki; hemen hepimizin çok ihtiyacı olan ve bu pandemi döneminde biraz çökmüş olan bağışıklık sistemine katkısı.

Sevgi duygusu ile kucaklaşmak bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı oluyor.Yine uzmanların açıkladığı bir nokta ise  insan vücudunda tiroid bezinin altında, göğüs boşluğunda, soluk borusunun önünde yer alan timüs bezi, kucaklaşmayla harekete geçerek alyuvarların üretimini arttırarak vücudu daha sağlıklı hale getiriyor. Timüs bezi ayrıca salgıladığı hormonlarla kişide rahatlama ve mutluluk duygusunu da oluşturur. Timüs bezi uyarıldığında bedenin kimyası değişiyor ve sinir sistemi sakinleşiyor, beyin fonksiyonları hızlanıyor ve bu da kişide rahatlama duygusuna araç oluyor. Anadolu kadınlarının üzüldüklerinde bağırlarına vurmalarının, farkında olmadan rahatlamak için timüs bezini harekete geçirmekle alakalı olduğu da söyleniyor.

Kanada’da yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre, sıkı ve içten bir sarılma, içinizdeki olumlu ve iyi duyguların açığa çıkmasını sağlıyor. Karamsar düşüncelere kapılmayı engellediği gibi, düzenli sarılanların ruh sağlığını da dengede tuttuğu ve depresyon riskini azalttığı belirtiliyor.

İşte sevgi ve özlemle sarılmak bu kadar önemliymiş ve bizler bu pandemi döneminde sevdiklerimizden ailemizden hatta çocuklarımızdan ayrı kaldık ve bu belirsiz hastalık hali, onlardan uzak kalmanın yanı sıra giderek artan özlemimiz ile onları kucaklayamayışımız yanlarında olamayışımız ve giderek artan endişelerimiz biz ebeveynleri içten içe hasta etti....

Kısıtlamaların kontrollü olarak kalkması ile herkes sevdiklerine koştu, birbirlerine kucak açarak sımsıkı sarıldılar. Şöyle bir düşünelim çocuklarımıza, anne ve babalarımıza yada kardeşlerimize kavuştuğumuz ve sımsıkı sarıldığımız anda günlerdir süren ağrılarımız, yürek daralmalarımız, iç sıkıntılarımız, nefes darlıklarımız hangilerinden eser kaldı, elbetteki bazı muzmin hastalıklarımız hep bizimle birlikte yaşayacaklar ama bahsetmek istediklerim özlem ve endişe ile artan psikolojik ve stres kökenli olanlar ve bunların tek tedavisi var sevgi ile sevdiklerine sarılmak, onlarla olabildiğince mutlu vakit geçirmek.  Birbirimizden ayrı kaldığımız şu birkaç ayın acısını çıkartırcasına çocuklarımıza ve aile bireylerine sıkı sıkı sarılın göreceksiniz her şey daha güzel olacak....

Hayatta birçok 'anımızı' sarılarak taçlandırıyoruz. Sarılmanın etkisini birçok uzman kanıtlamış durumda ve bizler de yaşayarak bunu tecrübe etmişizdir, bu yaşadığımız sıkıntılı dönem sevdiklerimizi kaybetme duygusu ve onlardan uzak kalma hali ile sarılmanın önemini çok daha iyi anladık.

Hatta Japonya’da sarılmak bir mesleğe dönüşmüş. İnsanlara belirli bir ücret karşılığı sarılma hizmeti veren evler bile mevcut. Resmen sorunlarınızı anlatıp sarılarak rahatlayabildiğiniz veya kutlama yapabildiğiniz bir yer haline getirmişler bu merkezi. Mottoları ise: Aşk yok, partnerlik yok, sadece sarılıp rahatlamak var... Ne diyelim şimdilik bu kadarı bizim halkımız için biraz fazla biz sevdiklerimize ve aile bireylerimize sarılalım yeter bize :)

Yukarıda sarılmanın bedenimiz ve ruhumuz için önemini anlattıktan sonra gelelim asıl size anlatmak istediğim konuya...O dönem de değil bir erkeğe sarılmak dokunmasının bile yasak olduğu Hindistanda dünyaya gelen ve 14 yaşından sonra, önce etrafındaki acı çekenleri teselli etmeye çalışan ve sonraları daha çok insanı kucaklayan kadının hikayesi anlatmak istediğim. Bir filmde adını duyup haberdar olduğum ve hayatını öğrenmek için okuduğumda ise çok etkilenmiştim. Şimdi bu pandemi döneminde yazmak tam sırası diyerek sizinle paylaşmak istiyorum.

 ''Benim dinim sevgi'' diyen Amma, 1953 yılında Güney Hindistan’ın Kerala eyaletinde, basit bir balıkçı ailesinin kızı olarak dünyaya gelmiş. Henüz küçük bir çocukken bile, sahilde saatlerce derin meditasyonlar yaparak,  insanların ilgisini çekmiştir. Tanrıya ithafen yazdığı ilahi ve şarkıların yanı sıra çoğu zaman, teslimiyet ve aşk içinde tanrıya yakaran ilahiler söylerken görülürmüş. Yaşının çok küçük olmasına rağmen, yazdığı kompozisyonlar olağanüstü derinlik ve bilgelik içeriyormuş.

Bulunduğu ortama ve zamana bağlı olarak Amma’nın ebeveynleri onu anlayamamışlar. Amma diyor ki, “Hindistan’daki kadınların arka planda kalmaları beklenir. ‘Onları duvarlar bile duymamalı’, derler. Ailem, benim dışarıdaki insanlarla temas kurmamı anlayamadı; maneviyatın en temel değerlerinden bihaberdiler.”

Amma dokuz yaşındayken, annesinin hastalanması üzerine, ev işlerinde yardım etmesi ve diğer yedi kardeşine bakması için okuldan alınmış.

Köyünde fakirlik içinde yaşayan amma,  ailesinin inekleri için, komşularının yemek artıklarını toplamaya gittiğinde, Amma başkalarının yoksulluğu ve acısıyla karşılaşmış. Bu duruma çok üzülen Amma, bu sefer de bu insanlara kendi evinden yemek ve kıyafet getirmiş. Zengin olmayan ailesi, bu durum karşısında ona kızarak cezalandırmış.

Amma, iç sesini dinleyerek, insanların acılarını hafifletmek ve teselli etmek için, onlara sarılmaya başlamış. Bulunduğu bölgede 14 yaşındaki bir kızın değil sarılmak, başkalarına dokunması bile, özellikle erkeklere, yasakmış. Ailesinin olumsuz tavrına rağmen, Amma kalbinin sesine kulak vermiş ve üzüntü içinde olduklarını düşündüklerine sarılmaya başlamış, sonrasında bu durumu ise şöyle açıklıyor ve  “Ben, karşımda ne kadın, ne de erkek görüyorum. Ben kimseyi kendimden farklı görmüyorum. Benim içimden, tüm yaradılışa durmaksızın bir sevgi ırmağı akıyor. Bu benim doğuştan gelen tabiatım. Bir doktorun vazifesi, hastalarını iyileştirmekse, benim vazifem de acı çekenleri teselli etmektir.”

İnsanların kendisine tapındıklarına dair soru sorduklarında, Amma: “Hayır, tam tersi”, diyor, “Asıl ben onlara tapıyorum. Ben göklerde, bir tahtta oturan tanrıya inanmıyorum. Tüm yaşayan canlılar benim Tanrım. Ben onları sevmeye ve onlara hizmet etmeye inanıyorum.”

Hindistan’da Tanrı, ‘ismin ve cismin ötesinde’ olarak tanımlanır ve hayatın temeli olduğuna inanılır. Aynı şekilde, her şeye nüfuz eden İlahi Tek Güç, dünyadaki farklı farklı isim ve şekillerde görünebilir. Kişi,  bu gerçeği anladığında, bu onun tüm düşüncelerinde, sözlerinde ve davranışlarında, sevgi, merhamet ve özveri olarak yansır Hint maneviyatına göre, bu anlayış ‘aydınlanma’ olarak nitelendirilip, insan hayatının en yüksek amacı olarak görülür.

Amma’ya doğru çekilen insan sayısı her yıl artıyor ve namı Hindistan sınırlarını çoktan aştı. 1987 yılında, Batı’daki hayranları onu ABD ve Avrupa’ya davet ettiler. Bugün, Avrupa, Amerika, Güney Amerika, Afrika, Japonya, Hindistan, Sri Lanka, Singapur, Malezya, Kanada ülkelerine seyahatler yapmakta ve buralardaki programlarını en az 200 gönüllüden oluşan bir ekiple gerçekleştirmektedir. Dünyayı kucaklayan kadın Amma'nın gerçek yaşam öyküsü bu nasıl bir yüce gönüllülüktür başkalarının dertleri ile dertlenen ve ilk başlarda onlara verecek bir şeyi olmadığı için sarılarak teselli etmeye ve acılarını kederlerini paylaşmaya çalışıyor. Bizler demiyor muyuz acılar paylaştıkça azalır, sevgiler de paylaştıkça çoğalır. İnsanlar arasındaki kin nefret ve öfkeyi ancak sevgi yok edebilir ve bunu sevgi ile birbirimizi kucakladığımızda başarabiliriz ancak.  Sevgi ile kucaklayalım insanları kucaklayalım dünyamızı....

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam