reklam
reklam

Sessiz Olun Uykum Var

Köşe Yazarı: NEJLA BİLGİN   Eklenme Tarihi: 7 Temmuz 2020, Salı - 09:43   Okunma Sayısı: 95438

Gün geliyor yaşananlara katlanmak zor geliyor. İnsan kendi canını bile zor taşıyor.
Elden gelen yok, güç, kuvvet, takat yok. En çok çaresizlik insanı kahrediyor.
Birde akıl eriyor yapılanlara, yürek kanıyor içten içe  nâr oluyor, külleri o acı esen rüzgarda savruluyor.

İnsan sadece seyirci misali öylece elleri böğründe, göz kapakları şiş, gözbebeklerinde  umutsuzluk, yaşama sevincini geçmişteki o masum yıllarda bırakmanın ezikliği ile susuyor. Konuşsa ne olacak? Kendi söyleyecek, kendisi dinleyecek. Gücün yoksa eğer ne sesin yüksek perdeden çıkar, ne de seni dinleyen çıkar. Gücün yoksa eğer seni hane halkı bile dinlemez. Susarsın, sadece içine atarsın söylemen gerekenler yüreğin taş olur, sadece susarsın. Sessiz kalan binlerce insan gibi suskunluğu üzerine kefen yapar, kabir sessizliğe dönmüş dünyada, akıp giden yaşama, yıllarına bakar susarsın.

Küçücük kızlar öldürülüyor. Papatya kadar masum o küçük çiçekler dalından hoyratça koparılıyor. Bir küçük çocuk Ne yapmış olabilir büyük insana? Ölümü haketmek için ne gerekçeniz olabilir? Ayrıca ölümü haketmek de ne demek? Herkesin yaşam hakkı yok mu bu dünyada! Koca dünyaya sığamadığınız gibi etrafa da zarar veriyorsunuz.
Her ölüm haberi beni üzer,  vefat edeni tanıyıp tanımamak mühim değil, insan kaybı olması hüzün verir yüreğe, ölüm şekli de önemli hüzün derecesi için, öldürülen canlar geride kalanların canını çok daha fazla yakıyor.

Gözümün önünde canlandırmaya çalışıyorum. Küçük bir kız çocuğu henüz yedi, sekiz yaşlarında yaz tatili için köyüne gitmiş. Yaşadığı büyük kentte anne ve babası onu sokağa bir dakika bile yalnız göndermemiş.  Evden okula servis İle gidiyor, hostes ablalar servisten elinden tutup indiriyor, kapının zilini çalıyor ve emanet canı ailesine emanet ediyor. Güvenli gördüğünüz yerlerde oyun parkında oynamasına izin veriyorsunuz fakat gözünüz hep üzerinde, göz önünden bir saniye bile ayırmamaları çalışıyorsunuz. Etrafa karşı o kadar çok ön yargılısınız ki çocuğun yanına bir saniye bile yaklaşan olursa yüreğiniz ağzınıza geliyor. Kentler çok tehlikeli ve en büyük zarar çocuğa kentte gelir diye düşünüyorsunuz.

Oysa bizim çocukluğumuzda kentler bu kadar kalabalık değildi ve sokaklarda insan varsa biz kendimizi güvende hissederdik. Mahalle kültürü vardı ve mahallenin çocuğuna tüm mahalle sakini sahip çıkardı. Okuldan eve gelen annesi evde yoksa komşuya gider, karnını doyurur, tuvalet ihtiyacını giderir, uykusu varsa yatar uyurdu, kimse kimseden ürkmezdi bana zarar verir diye. Ben hala bu yaşımda İstanbul sur içine girince evime kendi kaleme girmiş gibi içimi huzur kaplar. Oysa Ne eski mahallem, ne de eski tanıdıklarım kaldı o sokaklarda. Şimdi kentle alakası olmayan,  mülteciler, kente sonradan dünyanın farklı ülkelerinden gelen  tuhaf görünümlü insanlar İle doldu benim sokaklarım. Kentin sakinleri sessizce ve sakince terketti yerlerini, uzaklara gittiler.
Şimdi kentlerde mahalle kültürü kalmadığı gibi yaşanılan binada kimlerle yaşıyorsun onu bile bilmiyorsun. O çok özenilen ve çocukluk yıllarımda yaşlıların anlattığı gelişmiş ülkelerde komşuculuk yok söylemlerinin en dibini yaşıyor kentim. Kabahat yaşlılarda değil elbet, biz büyüdük, kentimize sokağımıza sahip çıkmadık, hep daha iyisi uzak yerlerde, yeni yerleşim yerlerinde diye düşünüp terk ettik mahallemizi. Bizden boşalan yerleri başkaları doldurdu. Onlar şehir merkezinde yaşarken biz şehre uzak semtlere kaçtık.

Köyler, küçük kasabalar her zaman güvenli geldi bize veya biz öyle sandık. Son zamanlarda köylerde katledilen küçük çocukları duydukça güvenli alan kalmamış diye düşünüyorum. Oysa Zihni'mde hala o uçsuz bucaksız kırların, ovaların, mor menekşeli başı dumanlı dağların kentten daha güvenli olduğu hissi olsun istiyorum. Güvenli bir liman olsun insanın aklında ve başı daraldığı, huzur aradığı zaman oralara gidebilsin, kapıyı kilitlemeden, başına birşey geleceğini düşünmeden uyusun yatağında istiyorum.
En kötüsü insan için hayallerinin gerçeğe dönüşmeyeceğini bilmesinin acısıdır. Umut tükenmişse yürekte, yaşama sevinci usulca terk eder insanı. Yerini endişe, korku, uykusuzluk ve yaşama karşı isteksizlik alır.

Gençler ölmeye başlamıştır dünyada. Kınalı kuzular, o aslan gibi kapılardan sığmayan, dünyaya sığmayan yürekler küçücük tabuta sığar. Yaşamın sonuna gelmiş mor kokulu sümbüllerin  yanı başında yaşamlarının baharını bile yaşamamış taze gelincikler solar.
Yaşamak, yaşlanmak utandırır bazen insanı. Söz bitmişse suskunluk gelir dillere oturur.  Güç en yüksek perdeden konuşmaksa, sen güçsüzsen susarsın. Oysa susmak  sadece ölülere mahsustur. İnsan olduğunu, yaşadığını unutur gene susarsın.

Bazen uyumak istiyor insan huzurlu derin bir uykuda saatlerce uyanmadan uyumak. Tıpkı ana rahminde gibi güvenli bir sıcaklıkta uyumak istiyor. Uyanınca yeni bir hayata, yeni bir dünyaya gözlerini açmak, yaşadığı Ne varsa unutmak, yeniden başlamak istiyor hayata. Heyhat Ne huzurlu uyku kaldı gerçek dünyada Ne de huzur. Kendi kendimize, ve yaşadığımız dünyaya, beynimizin karanlıklarında cehennem yarattık.
Huzurlu uykular haram oldu gözbebeklerimize.

 

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam