reklam
reklam

Dünyamız Nereye Doğru Yol Alıyor

Köşe Yazarı: SİNAN ERDOĞDU   Eklenme Tarihi: 6 Temmuz 2020, Pazartesi - 10:40   Okunma Sayısı: 2464847

Değerli okurlarım. Bugün sizlere televizyondan ve internetten takip ettiğimiz ve çokça üzüldüğümüz güncel bir olayı ve akabinde yaşananları bugünkü yazımızda sizlere aktaracağız.

Olayımızın başkahramanı George Floyd. O 46 yaşında bir Afro-Amerikalı ve aynı zamanda siyahi kökenli ABD vatandaşı.   25 Mayıs 2020 tarihinde akşam saatlerindeyiz. Minneapolis'te emniyet güçlerine 20 Amerikan dolarlık bir sahte banknotun markette kullanıldığına dair bir ihbar ulaşıyor. Olayın şüphelisi olan siyahi George Floyd gözaltına alınıyor. Tam bu sırada olay için gelen polislerden biri olan beyaz kökenli polis memuru Derek Chauvin kelepçeli şekilde yere yüz-üstü yatırdığı Floyd’un boynuna tam 8 dakika 46 saniye boyunca diziyle bastırıyor ve “Nefes Alamıyorum “diyen George Floyd oracıkta hayatını kaybediyor. Floyd'un defalarca "Nefes alamıyorum" dediğini gösteren video kayıtları sosyal medya platformları ve ülkedeki ana akım medyada yaylıyor. Olaya karışan dört polis memurunun işine ertesi gün son verilirken , Floyd'un ölümüne sebebiyet veren polis memuru Derek Chauvin ise cinayete teşebbüsten tutuklanıyor.

Tabi bu olaydan sonra ABD’de yer yerinden oynuyor. Günler, haftalar boyu süren sokak protestoları dünyanın dört bir tarafına yayılıyor. Korona Virüs sebebiyle uzun süre evlerde zorunlu olarak kapanan ve bir anlamda karantina hayatı geçiren toplumlar aylar sonra sokağa çıkıyorlar. “Floyd için Adalet “ sloganıyla başlayan gösterilerde kimi zaman tatsız görüntüler yaşanıyor. Zira olayı fırsat gören yağmacı gruplar marketler başta olmak üzere bir çok yeri yağmalıyorlar. Dünyada bunlar olurken, ABD ve Avrupa’da protestolar geçmişte köle tüccarlığı yapmış olan kimi önemli isimlerin heykellerinin yıkılmasıyla başka bir boyut kazanıyor.

Peki dünyada neler oluyor? Bu toplumsal çalkantıların en temel sebebi ne? Bizler bu soruları sorarken çok sayıda analiz ve tespit içerikli paylaşımlarla karşı karşıya kalıyoruz. Köşemizde daha önce de çokça yazısına yer verdiğimiz Eğ.Uz ve Maltepe Ardahanlılar Derneği Başkanı Yaşar Geler hocamız da son dönemdeki gelişmelere kayıtsız kalmadı.

Yaşar hocamızın “Kapitalizm Çöküşte Mi ?” başlıklı yazısında , yaşanan bu gelişmelerle ilgili çok çarpıcı tespitleri var. Yaşar hocamız; son dönemde yaşanan toplumsal hareketlikle kapital finansal sistemin, yani devletten çok özel sektörün ağırlığının olduğu kapitalizmin büyük sarsıntılar geçirmesinin (2008 Global Finansal Krizi ve 2020 Covid-19 Salgını Kaynaklı Ekonomik Kriz) bağlantısı olduğunu savunuyor.

Yaşar hocamız ;söz konusu yazının devamında vahşi ölçekteki kapitalizmin de büyük bir çöküş içinde olduğunu belirtiyor.

Çok kıymetli okurlarımız için bugün sizlere Yaşar Geler hocamızın yazısını paylaşıyoruz. Sizlerden de gelecek olan iletilere kapımızın açık olduğunu görüş ve önerilerinizin bizler için kıymetli olduğunu buradan iletiyor; Yaşar Geler hocamıza buradan da teşekkürlerimizi iletiyoruz.

 

“Kapitalizm, ülkelerde ticaret endüstrinin devletten çok özel sektörlerin elinde olduğu bir ekonomik ve sosyal sistemdir. 1500’lü yıllarda Avrupa’da ortaya çıkmış ve zamanla tüm dünyaya yayılmıştır.

Kapitalizmin tanımı, bir başka bakış açısıyla şöyle yapılmaktadır: insanoğlunu hayvanlardan ayıran her şeyin hiçe sayıldığı, tam anlamıyla orman kanunlarının uygulandığı, güçlü olanın var olduğu ve bir kesimin hep çalışan ve ezilenler olarak kaldığı bir ekonomik ve sosyal yönetim sistemidir.

Şu anda ise, dünyada kapitalizmin merkezi ABD olarak bilinir. Ancak, birçok Avrupa ülkesi de merkeze yakın üsler konumundadır. Dünyanın ekonomik sistemlerini yöneten güçlerin, genellikle Yahudi kökenli birkaç ailenin elinde olduğu tezleri de savunulmaktadır.

Bir de kapital sözcüğünün anlamına bakalım; kapital, sermaye, para demek. Yani bana göre Kapitalizm paranın ya da sermayenin yönetilmesi biçimidir. Kapitalizm kendi içinde de rekabeti örgütler. Güçlü olan hep emreder, üsttedir. Diğer zayıf işletmeler ise, hep onun güdümünde olur.

Neyse bunca tanım bence yeterli. Şimdi gelelim ta 15. Yüzyıldan itibaren dünyaya hükmeden bu ekonomik ve sosyal sistemin son durumuna. Yakın dünya tarihimizi şöyle bir gözden geçirdiğimizde görmekteyiz ki, kapitalist ülkeler kendi öz varlıklarını yitirdikçe ya da tükettikçe veya kendi öz varlıklarını erken tüketmek istemiyorlar. Ekonomik ve sosyal yönden zayıf ülkelerin yeraltı ve yer üstü varlıklarına el koyabilmek için, o ülkelere çeşitli bahanelerle (bu bahanelerin başında da, aslında kendilerinde de olmayan demokrasiyi götürme adına) bu ülkelere saldırılarını yoğunlaştırmışlardır. Her ne hikmetse bu saldırılar sonucunda o ülkelere demokrasi değil, kan, gözyaşı, ölüm, varlık kaybı, kardeş düşmanlığı, ayrılıklar ve bölünmeler geliyor. Bunların dışında o ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginlik kaynakları, özellikle de petrol, altın madeni vb. madenlere el konuluyor ve yurt dışına taşınıyor. Ya da o ülkede kalsa bile yapılan ticaretten elde edilen gelir saldırgan kapitalist ülkeler arasında pay ediliyor.

Şimdi biraz da kapitalizmin alternatifi ya da karşıtı bir sistemi inceleyelim: Bu sistemin adı Sosyalizmdir. Sosyalizm kelime anlamıyla; üretim araçlarının kamunun, devletin elinde olması, ekonomik etkinliklerin kar yerine insanların gereksinimlerini karşılaması gerektiğini öne süren, değer olarak emeğe önem veren toplumun örgütlenmesinde köklü değişiklikler amaçlayan siyasal öğretidir.

Sosyalizm, sosyal ve ekonomik alanda toplumsal refahı, devlet kararlarının getireceğini ve üretim araçlarının egemenliğinin toplumlara ait olduğunu savunan bir sistemi temel alır. Hatta işçilerin yönetime katılmalarına ağırlık veren, özgür girişimi devletin ve sendikaların baskısı altında tutmaya çalışan bir anlayışı içeriyor. Yani bu sistem bir nevi karma bir sistem olarak ta kabul edilebilir. Karma derken hem devlet hem birey ya da emek kesimini kastediyoruz. Şunu da belirtmekte yarar olduğunu düşünüyorum. Yakın bir tarihe kadar sosyalist sistemler ekonomik alanda içe kapanık bir ekonomi modeli uygulamaktaydılar. Ancak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin dağılmasından sonra, ekonomik anlamda dışa açılım yapmaya başladılar. Dışa açılımdan kasıt dünya ekonomik sistemlerine dâhil olmaya başladılar.

Şu da bilinen bir gerçeklik ki, özellikle teknolojik alanlarda ABD ve Avrupa’ya alternatif oluşturmaya başlayan, Kore, Rusya, Çin gibi ülkeler, iş gücünün ucuz olmasından da kaynaklı olarak kapitalist ülkelere karşı müthiş bir ekonomik başarı elde etmeye başladılar. Doğal olarak dünya piyasalarında dönen kapital (para) özellikle de Asya ülkelerine kaymaya başlayınca ABD ve Avrupa’da ekonomik panik başladı. Hatta ABD şimdiye kadar kullanabildiği gelişmemiş veya az gelişmiş ülkelerin artık kendini dinlememeye başladıklarını da görünce ya sıcak savaş tezleriyle saldırmaya ya da soğuk savaş taktikleriyle o ülkelere saldırmaya başladı.

Bu saldırılarda çeşitli Avrupa ülkelerini de yanına almaktadır. Ne sıcak savaşa girebildiği, ne de soğuk savaşla baş edemediği ülkelere ise, biyolojik savaş silahlarıyla saldırmaya başladı. Önce ülkemizle işe başladılar. Çeşitli taktikler uygulayarak ekonomimizi zayıflatmaya çalıştılar. Evet, ülke olarak sarsıldık ama yıkılmadık. İnsanlarımızın sağduyusu sonucu bu olumsuz durumu savmasını bildik. Sonrasında özellikle kendisine rakip olarak gördüğü bir teknolojik ürünü bahane ederek dünya ekonomisinin seyrini değiştiren Çin’e saldırmaya başladı. Soğuk ve ekonomik savaş sürerken ve Çin’de bu saldırılardan sıyrılırken kapitalist ABD durur mu? Durmaz tabi ki, Durmadı da! Hemen laboratuvar çalışmalarının sonucunda üretmiş olduğu biyolojik silahıyla önce Çin’e sonrasında diğer birçok ülkeye saldırmaya başladı. Gerçi bu teze karşı başka bir tez de gelişti. Neydi bu tez: ‘’Bu KORONA virüsünü Çin üretti ve dünyayı tehdit ediyor.’’ Belki bu tez de doğru olabilir ama benim aklım yine de bu tezin doğru olamayacağını ve bu virüsün ABD kaynaklı olduğunu söylüyor. Çünkü ABD ekonomisi çıkmazdadır.

Bu acımasız kapitalist saldırı sonucunda neredeyse tüm dünyayı salgın bir virüs kapladı. Hatta kendi ülkeleri de merkez üssü olarak listenin başına yerleşti. Ben, bir sağlık bilimcisi değilim ama mantığımın sesi, içgüdülerim ve duygularım ne yazık ki beni bu şekilde düşünmeye ve bir tahlil yapmaya yönlendiriyor. Çünkü ben de bir insanım ve ben de bu olaylardan en üst düzeyde etkilenmiş bir canlıyım. Ve kendime şu soruları soruyorum:

Neden milyarlarca insan evine kapansın?                                                                                                                                                                                                                                                                              Neden milyarlarca insan işinden olsun?                                                                                                                                                                                                                                                                                              Neden milyarlarca insan ölüm korkusu yaşasın?                                                                                                                                                                                                                                                                                                        Neden milyarlarca insan ailesine, çoluk, çocuğuna hasret kalsın?                                                                                                                                                                                                                                  Neden vefat eden bir yakınımızın cenazesine katılıp, derdini kederini paylaşa mayalım?                                                                                                                           Neden bir yakınımızın sevincine ortak olup, mutluluğunu paylaşa mayalım?                                                                  Neden milyarlarca insan psikolojisi bozuk olarak evine kapansın? vb. sorular uzar gider…                            

Ancak tüm bu gelişmelerin ışığının altında kendimce bir sonuç kurguladım: Demek ki artık kapitalizm yeryüzüne uygun bir ekonomik ve sosyal model değildir. Ezilen ve ezenlerin olmadığı bir dünyanın da mümkün olacağının farkına varan kapitalizm, elindeki gücü yitirmemek adına yok oluşunu engellemek adına bu olaylarla yeryüzünü yeniden düzenlemeye çalışıyor. Kısacası ABD Kapitalizmi çöküyor. Ben buna inanıyorum. Dünya insanları da artık ezilmek istemiyorlar. Bu durum, bir vampire başkaldırıdır. Bir canavarın yok oluşudur.

Umuyorum ki vahşi kapitalizm çok yakın bir süreçte, direngen ülkelerin ve toplumların desteğiyle yok olacaktır. Yeryüzüne adalet, hak, hukuk ve emek egemen olacaktır. Kanlar akmayacak, insanlar ölmeyecek, ezilenler olmayacak, adil, eşit ve paylaşımcı bir dünyayı birlikte inşa edeceğiz.”

 

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam