reklam
reklam

BAYRAM TATLISI KİME VERİLMEZ

Köşe Yazarı: NEJLA BİLGİN   Eklenme Tarihi: 23 Mayıs 2020, Cumartesi - 08:38   Okunma Sayısı: 54552

Bayramlar yaklaştıkça eski bayramları hatırlar yüreğimde o günleri özlerim. Çocukluğumda yaşadığım bayramlar nedense aklıma mıh gibi  gibi çakılmış, bayram denilince ilk aklıma çocuklukta yaşadığım bayramlar geliyor. Oysa benim çocukluğum refah içinde geçmedi, hep bir yoksulluk ile yoksunluk içinde geçti o günler. Yaşadığım günlerde o bayramların benim için en unutulmaz bayramlar olacağını hiç düşünmemiştim hatta o günleri bir daha anmamak isterdim çocuk aklımla. Rahmetli anama ne kadar çok kızardım herseye boyun eğdiği ve sessiz kaldığı için.

Aklıma mıh gibi çakılan bir bayram anımı paylaşmak istiyorum, eskiden olsa bu anıları dile getirmek bana acı verirdi yaş seksene yaklaşınca insan kendisi ile bile hesaplaşmayı bir kenara bırakıyor. Acılar eskisi kadar canını yakmıyor insanın, zaman denilen akıp giden insan ömrü akarken insanı sürüklüyor ve sivri köşeler taşlara, sert kayalara çarpa, çarpa insanda sivri köşe kalmıyor. Bazıları olgunlaşma dese de bu duruma bence alışıyor insan acılara, bir sonra gelen öncekinden fazla olunca insan bir önceki acı olay canımı daha az yaktı zannediyor. Oysa her olay farklı iz bırakıyor insanda ve yaşadıkları yön veriyor insanın hayata bakış şekline, duruşun, düşünce tarzın sana ne yaşattıklarıyla doğrudan ilintili. Yaşarken farkında olamıyorsun belki fakat hayattan yaş aldıkça o yaş merdivenlerinin basamaklarını emekleyerek yukarı çıktıkça bakış açın değişiyor, yükseldikçe uzakları daha iyi görüyor ve bütünün içinde yaşadıklarının ne kadar ufak olduğunu algılıyorsun.

 Ben ada çocuğuyum, bizim adada varsılların çok olmasına rağmen yoksullar daha çoktu sanki, varsıllar hep varsıl yönleriyle göz önünde olduğu İçin biz yoksullar gözükmez, gözüksekte  kimse bizim farkımıza olmazdı çünkü bizim göze batacak sahip olduğumuz bir şey yoktu. İnsanlar birbirinin neye sahip olduğu ile ilgilidir her zaman, varsıl hep en çok kendi sahip olduklarıyla diğerlerinin önüne geçmeye ve her şeyin en güzeline kendisi sahip olmayı hedefler. Yoksul ise hayatta kalma mücadelesi verirken her özlemini öteler, parası yoksa hayal kurar ve günün birinde özlemini çektiği ne varsa sahip olacağı ümidini taşır, yüce yaradanın yoksulu daha çok sevdiği söylenir hep,  en büyük mükafat en sonunda gelecek olandır diye düşünür yoksullar. Varsıla imrenmenin günah olduğunu söylediler bize çocukluğumuzda, bizde kaderimize razı geldik, zaten elimizden başka bir şey gelmedi, bu şekilde yoksulluğa daha kolay katlandık.

Babam ince hastalıktan  vefat ettiğinde ben yedi yaşındaydım, babamı evin önünde tahta kerevetin üzerinde yıkayıp kefenlediler ve Ada’nın diğer ucundaki taşların arasındaki mezarlığa defin ettiler. Dalga sesleri o kadar öfkeliydi ki o ses kuşağımdan gitmedi, Altı erkek vardı tabuta omuz veren, benim boyum yetmediği için arkalarından yürüdüm, Hızlı  şekilde gömdüler babamı ve üzeri topraktan tümsek oldu, babamın arkadaşı elimden tuttu beni eve getirdi. Bana yaşananlar oyun gibi geldi, sanki babam kapıdan girecek gibi bekledim uzun bir süre, sonraları onun gelmediğini, gelemeyeceğini anladım. Anam, babamın ceketini çividen almadı, her kapıdan girdiğimde evde babam var sandım, eski ayakkabıları kapının dışında hep durdu.  Nedeni de evde erkek var sansınlar mış, biz Deniz’in ortasında bir adada yaşıyoruz, herkes herkesi biliyor burada, kim evde erkek var sanacakmış diye hep düşündüm. 
Anam belki de kendi yalnızlık korkusunu bu şekilde yeniyordu sonra farkına vardım.

Anam zeytinyağı imalatçısı tüccar Zengin’in evinde hizmetçi bende dükkanında çırak oldum, babamdan sonra eve ekmek getiren olmayınca iş başa düştü, evin erkeği ben olmuştum anam öyle diyordu fakat benim kazancım çok az idi, gene de evin erkeği olduğumu düşünüyor anamı kollayıp, sahip çıkıyordum. Gerçekte ise beni kollayan anamdı.

Bir Ramazan bayramında yanında çalıştığımız tüccarın evine bayram ziyaretine götürdü anam beni, büyük hanımın elini öptüm bana bozuk para verdi.  Bizden sonra gelen başka varsılın oğluna kağıt para verdi.

Bize tulumba tatlısı ile komposto, akide şekeri verdiler,  misafirlere badem ezmesi, kurabiye, baklava ile gül şerbeti ile adını duyduğum tadını hiç bilmediğim çikolata verdiler. Anam her ikrama sessizce teşekkür etti ve misafir tabaklarına bakmadan ikramları yedi, ben misafir tabaklarına baktım ve tabağıma konulan hiçbir şeyi yemedim,  ev sahibi utangaç olduğumu düşündü ve tabağı anneme verdi evde yemem için.

Evde de yemedim, hatta uzun süre tulumba tatlısı ile akide şekeri yemedim anama ezik davrandığı İçin kızdım, onun çaresiz olduğunu seneler sonra ancak anladım.

Şimdi ben yetmişli yaşların sonunda bir adam olarak ne aileme ne misafirime asla ayrı tabak çıkarmadım,  ne varsa pay ettim, varsıl yoksul diye ayırt etmedim. Çok çalıştım, çabaladım hatırı sayılır bir servet edindim fakat o yoksul günlerdeki çorbanın tadını bulamıyorum belkide anamdı o çorbaya tat veren. 
Asla anamı ve o bayramda bana çok görülen tatları unutmadım, çok tatlılar yedim fakat bana o tatlılar kadar güzel gözükmedi, demek ki sadece kızmamışım aynı zamanda imrenmişim o tatlılara.

Şimdi soranlar olur o zengin aileye ne oldu diye, hala çok zenginler hatta şimdi Ada’nın neredeyse yarısı onların. Hala o aile varsıla ve yoksula farklı davranmaya devam ediyor, gözüm üzerlerinde, kırk yıl zenginlik kırk yıl fakirlik derdi rahmetli anam onlar birkaç kırk yıldır zenginler.

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam