reklam
reklam

FALCI FAL BİLSE YERDEN ALTIN ÇIKARIR MI

Köşe Yazarı: NEJLA BİLGİN   Eklenme Tarihi: 20 Şubat 2020, Perşembe - 10:19   Okunma Sayısı: 101410

Yetmiş yaşlarında dinç bir kadındı Bahriye teyze. Ortaköy'den sur içine taşınmıştı yetmişli yıllarda. Sonradan Paşalı olmuştu fakat herkes İle kısa sürede dost olmuştu.

Mübadele yıllarında Anavatana geldiğinde üç yaşındaymış, anasının sırtına çarşaf ile sarmışlar Bulgaristan'dan yaya geçmişler geceleri yürüyüp, gündüzleri saklanarak yolculuk yapmışlar. Sanki hatırlıyor gibiyim diyordu, belki de çok anlatıldığı için o anları hatırladığını sanıyordu kim bilir.

Kahve falına bakardı Bahriye teyze bu sebeple evi tüm komşu kadınların uğrak yeriydi. Canı sıkılan, yüreği daralan onun bodrum kat evine uğrardı. Bir tarafta kömürlükler, bir tarafta onun küçük dairesi vardı. Bir kızı vardı Anadolu yakasında yaşayan bu küçük daireyi de damadı ile ortak almışlar. Herşeyi bilirdi Bahriye teyze fakat yoksuldu. Kim zengin olacak, kimin işi rast gidecek hep o kahve telvesi kaplı fincanın içinde görürdü. Dünyalar sığıyordu o telvelerin çizgilerinde. Gözlerini devirir, tüm dikkatini telvelere verir, anlatır, anlatırdı. Bazen de sen kendi gözlerinle gör der fincanı fal baktıranın burnuna yaklaştırırdı. Kimse onun gördüğünü göremez ve o telvelerin yedi rengini çözemezdi. Bahriye teyze gökkuşağı gibi anlatırdı o fincanının içini, en çokta o renkleri nasıl görüyor onu bilemezdim.

Bahriye teyze falı hatır için bakardı. Ne para alırdı, ne de herhangi bir hediye kabul ederdi. Benimki eğlencelik ben para ile fal bakmam derdi. Bir de yalnız yaşadığı için olacak Bahriye teyze kendi kendine konuşurdu. Sanki yanında birisi var gibi, devamlı anlatırdı. Merdivenlerde, kapı önünde her yerde konuşurdu, sanki bir görünmez dost vardı yanında. Küçük, büyük demeden kimi görse Gülümser hatır sorardı. Hemen normale dönerdi insan görünce. O sadece yalnız iken konuşurdu. Çocuktum ve bana çok gizemli gelirdi onun halleri. Rahmetli annem akşam ekmek alınacaksa beni onun kapısına gönderir "git ne lazımmış sor" derdi. Apartmanda tüm çocuklar belki de aralıklarla her gün onun kapısını çalar aynı soruyu sorardık. O da bizi görünce çok mutlu olur ve ara sıra ekmek aldırırdı.

Bahriye teyze senede bir kaç gün kızına gider ve tüm apartmana haber verirdi. "Ben on beş, yirmi gün yokum" derdi. Bir bakardık daha üç gün dolmadan elinde küçük El valizi
İle Bahriye teyze geri gelmiş. "Yapamadım, evimi sizi özledim derdi. Kızı ve damadı El üstünde tutmuş fakat bülbülü altın kafese koymuşlar ah vatanım demiş de çalılara gitmiş" derdi.
"Halkısın hoş geldin" derdi komşular. Bu yaşananlar bana tuhaf gelirdi. Kızı senede bir gelir, damadı hiç gözükmezdi, ara sıra Anadolu yakasına geçmeye üşenen yüksek okulda okuyan kız torunları kalırdı onda. Başka geleni gideni de olmazdı. Yoksuldu eşinden aldığı emekli maaşı İle dümenini sürdürmesi çok zordu. Buzdolabı yoktu bu sebeple günlük yemek yapıyor, az alış veriş yapıyordu. Yazın sıra İle içine buz atılmış sürahilerde soğuk su verirdi tüm komşular. Ne kadar mutlu olurdu, elimizde sürahi İle bizi görünce.

Çok sonraları büyüyünce anladım gerçekleri. Bahriye teyze tüm komşulara tembih ediyormuş, "yalnız yaşıyorum ölür kalırım evde, cesedim çabuk bulunsun, her gün kapımın zilini çalın, beni kontrol edin" diyormuş. O sebeple biz çocukları anneler onun kapısına her gün bir şey Lazım mı diye gönderiyormuş. Belki de o sebeple kendi kendine konuşuyordu, sesini duyurabilmek adına.

Biz o semtten taşındıktan iki yıl sonra hayatını kaybetti Bahriye teyze. Genç bir gelin komşusu evindeyken fenalaşmış, "kalp çarpıntım var" derdi hep, demek ki kalbinden rahatsızmış. Fenalaşmış evinde, komşu gelin kendi eşine haber vermiş ve hastaneye kaldırmışlar. Kızının telefonunu vermiş hastanede okuma yazması yoktu fakat cüzdanında bir kağıtta yazılıymış. Hastane üç gün kalmış, kızına ilk gün haber verildiği halde ikinci gün hastaneye sadece torunu gelmiş. Vefat ettikten sonra damadı gelmek istememiş. Torunu bakkaldan aramış annesini, "Anne komşular sizi soruyor gelin" demiş.
Kızı gelmiş o kış günü üzerinde yere kadar siyah vizon kürk manto İle, saçları berberde maşa yapılmış, yüzü de boyalıymış. Bakkalın kızı çocukluk arkadaşımdı o anlattı bunları.

Komşular kaldırmış cenazeyi, üç gün eve yemek taşımışlar. Kızı hiç tanımadığı komşuların yemeklerini yemiş. Evi emlakçıya satmak için vermiş, eski eşyaları eskiciye satmış. Hiç bir komşunun kapısını çalmadan, helallik almadan gitmiş. Zengin bir semtte yaşıyormuş ve sur içini eskiden de sevmezmiş. Buralara gelmek ona zor geliyormuş. Oysa semt Koca MustafaPaşa idi ve o yıllarda nezih insanların, iyi komşulukların yaşandığı orta halli bir semtti.
Geçenlerde o kız torunu beni buldu Facebook tan takip ediyormuş. İmza günüme geldi ve yanında komşuları vardı. Bizimle çok iyi komşuculuk ilişkileri olduğunu söyledi. Oysa ben onu hiç hatırlamıyordum ve onunla ilgili hiç anım yoktu. Aklımda kalan yalnız, yaşlı ve komşulara sığınan anneannesiydi. İnsanlar nedense anılarını kendi istedikleri gibi hatırlıyorlar sanki, belki de olması gerektiği gibi. Sadece sustum ve gözlerine tebessüm ettim. Keşke dediğin gibi olsaydı ve o yaşlı kadın biraz mutlu olup, kendi kendine konuşacağına torunları İle konuşup iyi vakit geçirebilseydi ve yalnız ölmekten bu kadar korkmasaydı... diyemedim. Yutkundum, geçmişe saygı adına sustum...

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam