reklam
reklam

MENFAATİNE İÇİN NE KADAR ALÇALABİLİRSİN-1

Köşe Yazarı: NEJLA BİLGİN   Eklenme Tarihi: 22 Eylül 2019, Pazar - 00:49   Okunma Sayısı: 74908

Semt pazarına her Cumartesi günü rahmetli annemle birlikte giderdik. Şimdiki tabirle geniş bir aile olmamamıza rağmen hafta sonu gelen giden çok olur, sofra ortadan kalkmazdı. Rahmetli anneannem bizimle yaşadığı için akrabalar, eş dost hasta ziyareti yapardı. İstanbul'un merkezinde yaşamamıza rağmen henüz sokakta yeme içme kültürü bu kadar yaygın değildi. Lokantalar vardı ayda yılda bir özel günde gidilir, muhallebicilere, pastanelere de sevgililer giderdi. Hızlı yemek yenilen yerler henüz hayatımıza girmemişti. Bu sebeple misafirler gittikleri evlerde ağırlanır, çayın yanına yiyecek çıkarılır, öğün vakti gelene sofra kurulurdu. 

Evlerde bolluk ve bereket vardır. Kimse kimseye varlığından söz edip kıskandırmaz, yokluğundan söz edip acındırmazdı. Hal hatır sorma şekli bile bir nezaket çerçevesinde yapılır evin küçük çocuğuna bile hatır sorulurdu. İkramlar samimi ve içten olur, misafir güzel ağırlanırdı.

Bu sebeple bazı evlerden  misafirler eksik olmazdı. Evin sahibi de ona göre hazırlıklı olurdu hafta sonları. İlla birileri gelir diye ikramlık hazırlardı. Ben küçüktüm o vakitler ve şimdiki gibi çocuklar prenses ve prens muamelesi görmezdi, evde işlere yardımcı olurduk elimizden geldiği kadar. Kahve pişirmek, çay servisi yapmak çocukların işiydi. 
"Elin alışsın küçük yaşta işe, yaptığın bana ise öğrendiğin kendine" derlerdi bize. Bizde gocunmadan iş yapardık. Yakın komşularımız akraba gibiydi hatta bazıları akrabadan bile yakındı. Herkes herkesi yedi sülalesi İle tanırdı. Misafir gelinen hane sahibi evde yoksa misafiri alınır, soluklanıp bekler, ufak tefek ikram yapılırdı. 

İnsanlarda henüz güven sorunu yoktu, kimse kimseye zarar vermez hatta komşudan zarar geleceği kimsenin aklına bile gelmezdi. Çocuklar anneleri evde yoksa komşunun kapısını çalar, annelerini bekler, karnını komşu evinde doyururdu. Alışverişe giden anneler küçük bebeklerini komşuya emanet ederdi.

Uzaktan gelecek ağır misafirler için komşular El birliği ile yemek hazırlardı. Şimdiki gibi kredi kartı yoktu, kim varsıl İle kapısını çalar aniden gelen masraf için para istenirdi. Haftalık veya aylık alınınca o para gelirdi. Henüz insanlar birbirini dolandırmaya başlamamıştı. O filmlerdeki yoksul ama gururlu insanlar vardı. Arada çıkan üçkağıtçıları herkes bilir onlara ona göre davranırdı.

Yakın komşumuz vardı eşi fabrikada usta kadın evhanımıydı. Mazbut bir aileydi, kendi yağıyla kavrulan. Nereden akıl alıp kimlerle tanışmışsa komşunun eşi para ticaretine başladı, üç alıyor birkaç ay sonra dört olarak geri ödeme yaşıyordu. O vakitler banker modası çıkmıştı. Evini, arsasını, kıyıda köşede çoluk çocuğun geleceği için tuttuğu parayı, eşinin kolundaki Kara gün diye biriktirilen bileziği bozdurup bankerlere yatıranlar çoğalmıştı. Alınan faiz bankaların verdiğinin çok üstündeydi ve tatlı para herkesin hoşuna gidiyordu. Kulaktan kulağa yayılan para kazanma şekli herkesin ilgisini çekiyordu. Birileri para kazanıyor, birileri de bunu konularak fısıltı gazetesi şeklinde reklam yapıyordu.

reklam

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam