reklam
reklam

ÇOCUKLAR OKUMAYI NASIL ÖĞRENİR?

Eklenme Tarihi: 8 Kasım 2019, Cuma - 10:23   Okunma Sayısı: 130188
Neden bazı çocuklar için okumayı öğrenmek kolayken, bazıları için zordur? Bu uzun bir geçmişi olan zor bir soru. Bunun, ne sadece ham zekayla ne de tamamen tekrarla ve azimli bir süreklilikle ilgili olmadığını biliyoruz. Ayrıca çabanın yanı sıra, bir çocuğun okumasını engelleyen başka durumlar olduğunu da biliyoruz. Örneğin bazı araştırmalar sosyoekonomik durum ile okuma başarısı arasında ciddi bir ilişki olduğunu söylüyor. Ve sosyoekonomik şartlar ne olursa olsun, genel sözel becerisi düşük olan ve fonetik konusunda zorluklar yaşayan çocuklar da okumayı öğrenirken zorlanıyor. Peki ama bu farklılıkların altında yatan şey nedir? Her şeyden önce nasıl oluyor da soyut sembolleri anlamlı seslere çevirmeyi öğreniyoruz ve neden bazı çocuklar bu konuda diğerlerinden daha iyi ?

İSTANBUL

Bu gizem, Kaliforniya Üniversitesi bilişsel nörobilimci ve psikiyatrist Fumiko Hoeft’in çalışmalarına da ilham vermiş: “Gözlerinizin renginin nereden geldiğini biliyorsunuz, yüz hatlarınızın, saçlarınızın ve boyunuzun da. Hatta kişilik özelliklerinizin bile. ‘Annem gibi inatçıyım, babam gibi düzensizim’ diyorsunuz mesela. Bizim yapmaya çalıştığımız şey, beyin ağlarına bakarak ve çevremizdeki tüm faktörleri inceleyerek okuma becerimizin nereden geldiğini bulmak.”

Hoeft ve meslektaşları, okuma gelişiminin temel nörobilimini inceledikleri 3 yıla yayılan çalışmalarının sonucunu 2014 yılında yayınladı. 2008 ve 2009 yılları arasında Hoeft, 5 ve 6 yaşlarındaki bir grup çocukla birlikte çalıştı. Bu çocukların bazıları okuma zorluğu yaşamaları tahmin edilen bir sosyoekonomik sınıftan geliyordu. Bazılarının hiçbir belirgin risk faktörü bulunmuyordu. Çocuklar beyin taramalarının yanı sıra genel bilişsel yeteneklerini ölçmeye yönelik çeşitli testlerden de geçtiler. Aynı zamanda, ne kadar iyi yönerge aldıkları ve kendilerini ne kadar tutarlı ifade edebildikleri gibi çeşitli faktörlerle ilgili testlerden de geçtiler. Ayrıca her ebeveyne birer anket yapıldı ve her çocuğun ev hayatı dikkatlice analiz edildi: Çocuk evde zamanını nasıl geçirdi? Çocuğa düzenli bir şekilde kitap okundu mu? Ne kadar süre televizyon izledi? Üç yıl sonra her çocuğun beyni tekrar taramadan geçirildi ve çocuklara bir dizi okuma testleri ve fonolojik testler yapıldı.

Hoeft, okuma zorluğu ile ilişkilendirilen tüm faktörleri göz önüne aldığında – genetik risk, çevresel faktörler, okuryazarlık öncesi dil becerisi ve genel bilişsel kapasite – sadece tek bir şeyin bir çocuğun ne kadar iyi okuyacağına dair sürekli olarak doğru öngörüde bulunduğunu fark etti: Beynin belli bir bölgesinde yer alan “beyaz cevherin” büyümesi. Bir çocuğun anaokuluna başlarkenki beyaz cevherinin miktarı fark yaratmıyordu. Ama anaokulu ile üçüncü sınıf arasında, beyaz cevherde oluşan hacim değişikliği belirgin bir fark yaratıyordu.

Peki nedir bu “beyaz cevher”? Bunun beyindeki bir çeşit nöral otoyol olduğunu düşünebilirsiniz yani korteksin çeşitli bölümlerini ve beynin yüzeyini birbirine bağlayan yollar… Bilgi, elektrik sinyalleri formunda, beyaz cevher boyunca akar ve beynin farklı bölümleri arasında iletişimi sağlar: Bir şeyi görürsünüz, ona anlam verirsiniz, bu anlamı yorumlarsınız.Hoeft, beyindeki fonolojik işlem, konuşma ve okumanın merkezi olan bölgedeki yolların hacminde bir artış gördü. Hoeft beyindeki bu bölgeyi şöyle tanımlıyor: “Sesleri ve harfleri birbiriyle birleştirmenin ve birbirlerine nasıl karşılık geldiklerinin sıkıcı işini yaptığınız yer.” Ulaştığı sonuçlara göre eğer beyaz cevherdeki artış kritik zamanda oluşmazsa, çocuklar harflere nasıl bakmaları gerektiği ve onları anlamı olan kelimelere nasıl dönüştürecekleri konusunda zorluklar yaşıyorlar.

Hoeft’in buluşu, daha önce disleksi ile ilgili yaptığı bir araştırmaya dayanıyor. 2011’de yaptığı bu araştırmada, hiçbir davranışsal ölçü hangi dislektik çocuğun okuma becerilerinde gelişim göstereceğini öngöremezken, beyaz cevherin dağılımı bunu başarabiliyordu. Hem de yüzde 72’lik bir doğruluk payıyla. Genel zeka ve IQ’nun hiçbir önemi yoktu. Önemli olan beyninizin içindeki çok spesifik bir organizasyonel modeldi.

Araştırma ekibinin yeni bulguları, olayı bir adım daha ileri götürdü. Bu kez sadece beyaz cevherin önemli olduğunu göstermediler. Beyaz cevherin gelişiminin okuma becerisi için merkezi olduğu çok önemli bir aşamaya işaret ettiler. Hoeft, beyaz cevherin gelişiminin hem doğuştan hem de yetiştirme ile ilgili olduğuna inanıyor. “Bulgularımızı, genetik etkilerin hala geçerli olması şeklinde de yorumlayabiliriz” diyen Hoeft, beyinde önceden var olan yapısal farklılıkların beyaz cevherin gelecekteki gelişimini etkileyebileceğini söylüyor. Ama şunu da ekliyor: “Beyaz cevherin gelişimi, çocukların anaokulu ile üçüncü sınıf arasında maruz kaldıkları ortamı da temsil ediyor olabilir. Ev ortamı ve okul ortamı.”

Hoeft bunu Dr. Seuss’un Horton ve Yumurta hikayesine benzetiyor. Horton (bir fil) kendisine ait olmayan bir yumurtanın üzerinde oturur ve kendini bu işe bu kadar çok adadığı için kuluçkadaki canlı da yarı annesine yarı file benzer. Hoeft ve ekibi de tıpkı bu örnekteki gibi henüz nedeni ve sonucu birbirinden ayıramıyor: Bazı çocuklar okumayı öğrenmelerine yardım eden beyaz cevher yollarını geliştirmeye önceden yatkınlar mıydı yoksa üstün bir eğitim ve zengin bir ortam bu yolların oluşmasını mı harekete geçiriyordu?

Hoeft’in hedefi sadece çocuklarını nasıl okuduklarının nörobilimini anlamak değil. Nörobilim çok daha geniş bir sorunun cevabını bulmak için sadece bir araç. Ve o soru şu: Erken okuma eğitimi nasıl olmalı? Başka bir çalışmada Hoeft ve ekibi, okuma becerisi üzerine edindikleri bilgileri, onu geliştirmeye yardım edecek en etkili öğretme yöntemlerini belirlemeye dönüştürmeye çalışıyor. Tipik olarak çocuklar okumaya doğru giden çok spesifik bir yolu izlerler. Önce seslerin kendilerinin farkına varmak yani temel fonolojik işlem yer alır. Bu farkındalık, fonetiğin yani bir sesi deşifre edip bir harfle eşleştirme becerisinin içine inşa edilir. Ve bunlar en sonunda tam ve otomatik okumayı kavramanın içinde birleşir. Ancak bazı çocuklar bu yolu izlemez. Bazı durumlarda, temel fonoloji farkındalığı konusunda problemler yaşayan çocuklar her şeye rağmen fonetiği öğrenebilirler. Deşifre ile ilgili problemler yaşayan ama okuyabilen çocuklar da vardır. “Bu şaşırtıcı örnekleri, insanların zamanla düzelmelerini neyin sağladığını bulmak için kullanmak istiyoruz” diyor Hoeft.

Hoeft çalışmalarını daha çok gizli disleksiye yoğunlaştırmış bir araştırmacı. Gizli disleksi, disleksi ve diğer okuma problemlerinin tüm belirtilerini taşıyan ama sonunda hepsinin üstesinden gelip üstün okuyuculara dönüşen insanlara verilen ad. Hoeft de bu kişilerden birisi. Gizli disleksi üzerine çalışmasının sebebi, okuma eğitiminin daha geniş anlamda nasıl geliştirilebileceğini bulmak.

Hoeft, gizli disleksi olan bir beyinde, diğer pek çok şeyin dışında “kendini yönetme becerileri” ve “irade”den sorumlu olan bölümün de oldukça iyi gelişmiş olduğunu fark ediyor. Bu da kısmen genetik olabilir ama yine de eğitimi de kapsayan bir konu olduğu su götürmez bir gerçek.

Hoeft’in araştırmalarının bize gösterdiği şey şu: Bir çocuğun anaokuluna başlama noktasındaki durumu ne olursa olsun, okuma gelişimi büyük ölçüde sonraki üç yıla bağlı. Ve bu üç kritik yıl, Hoeft’in keşfettiği ve okuma zorluklarının üstesinden gelme ile bağlantılı olan bir şeyi öğretmekle geçebilir: “Erken yaşlarda ‘kendini yönetme becerilerine’ daha çok dikkat etmeliyiz. Kendini yönetme becerisi; organizasyon, uzun vadeli plan yapma, kendini regüle etme, inisiyatif alma ve aktiviteler arasında geçiş yapma gibi bilişsel becerilerin tamamı için kullanılan bir terim. Çocuklara sadece resimli kartlar, harfler ve sesler sunmak yerine, özellikle bir çocuğun okumada problem yaşayabileceğini biliyorsak, bilişsel kontrol ve kendini regüle etme gibi diğer becerilerine de bakmalıyız ve bunları geliştirmeye çalışmalıyız. Başka bir deyişler iyi okuyan biri olmak, okuma dışında çok daha geniş alanları kapsıyor olabilir.”

 

 

Kaynak: ÖZEL HABER
Editör: ZEHRA EVCİL

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam