reklam
reklam

'''Köprüde Buluşmalar’ın 13’üncüsü gerçekleşti (II.BÖLÜM)''

Eklenme Tarihi: 20 Nisan 2018, Cuma - 10:00   Okunma Sayısı: 150373

Köprüde Buluşmalar’da üçüncü gün 

Köprüde Buluşmaların  son günü de;  “Eurimages Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey” adlı etkinlik ile başladı. Eurimages Proje Yöneticisi Francine Raveney ve Eurimages Türkiye Delegesi Zülfikar Kürüm’ün konuşmacı olarak katıldığı etkinlikte, projeleriyle Avrupa ülkelerindeki sinema faaliyetlerini desteklemek amacı ile 1989 yılında kurulmuş olan ve hlen pek çok projeye destek veren Eurimages’a başvurmak isteyen sinemacılar için pek çok teknik ve yararlı bilgi paylaşıldı. 

Özellikle ilk ve ikinci filmleriyle başvuran sinemacıların çektikleri kısa filmlerden karar verenlere yardımcı olacak her türlü materyali göndermeleri vurgulanırken, Zülfikar Kürüm yapılan başvurularda iyi yazılmış yönetmen ve yapımcı görüşlerinin çok önemli olduğunun altını çizdi. 

Eurimages başvurusunun ÖSS’ye hazırlanmak gibi olduğunu  ifade eden Kürüm, şunları söylledi : “En büyük rakibiniz kendinizsiniz aslında, öyle düşünmek lazım. Projeniz ne kadar kemale ermişse, şansınız da o kadar çok. Dolayısıyla ‘başvurduğunuz ayda kaç tane başvuru yapılmış, onlar seçilirse biz seçilmeyiz’ diye düşünmemek gerek. Çünkü başvuru çok olduğunda Eurimages’ın o aya ayırdığı fonda da bir mütekabiliyet oluyor.” 

Bir kez projenizle reddedildiğinizde tekrar aynı projeyle başvurulamayacağını hatırlatan  Francine Raveney ise , “Oluşturacağınız en güçlü şey başvurudur; dosyasıyla başvurmalısınız” dedi.  Fonun asıl  amacının kültürel çeşitliliği teşvik ederek “art house” projeleri desteklemek olduğunu söyleyen Raveney şunları ekledi, “Eurimages, başka yerden finansman bulamayacak filmlere bir şans sunuyor, fakat sadece birbirine benzeyen filmler yapılmasın diye de bir değişim söz konusu. Daha önce Eurimages fonlaması için uygun görünmeyen korku, bilim kurgu gibi tür filmleri, artık böyle görülmüyor” 

Eurimages Türkiye Delegesi Zülfikar Kürüm’un dikkat çektiği bir başka husus da Türkiye’deki sinemacıların ortak yapımlarda sadece belli ülkeleri tercih ettiklerini söylemesiydi ve konu hakkında şu  cümleleri kullandı; “Portekiz, Gürcistan, Rusya ya da İskandinav ülkelerine de bakmakta fayda var. Bu ülkelerin ortak yapım anlamında sunacağı çok şey var. Bizler ancak ana yapımcı olarak başvurabiliyoruz, çünkü  bizde Kültür Bakanlığı küçük ortak olduğunuzda sizin projenizi ortak yapım olarak kabul etmiyor; fakat yakında gelecek yasa değişikliğiyle bunun da değişeceğini umuyorum.”

Belgesel sinemanın festival yolculuğu da “Belgesel: Festivale Giden Yol” adlı etkinlikte değerlendirildi. Yönetmen-yapımcı Carlos Hagerman, “Hot Docs”  endüstri programcısı Dorota Lech ve yönetmen-yapımcı Niek Koppen’ın katıldığı bu etkinliğin  moderatörlüğünü ise kurgucu-yönetmen Eytan İpeker yaptı.

Konuşmacıların tümünün  durdukları ortak nokta ise;  Festivallerin ve TV’lerin belgesellerden ve belgeselcilerden farklı beklentileri olabileceğine değimesi ve  bu ayrımın belgeselciler üzerinde bir etkisinin olup olmadığının tartışılmasıydı. Bazen belgeselcilerin farklı uzunluklarda festival ve TV için iki farklı versiyon çıkardığını söyleyen Niek Koppen’e cevap  Carlos Hagerman’dan  geldi. Hagerman Meksika’da durumun böyle olmadığını ve TV’lerin belgesellerle hiç ilgilenmediğini belirtti. 

Belgesellerin bazen konusuyla, bazen de orijinal hikâye anlatımıyla etkileyici olduğunu söyleyen Carlos Hagerman, ise şu cümleleri kullandı : “Filminiz bittiğinde, o dönem nasıl filmler sizinle birlikte festivallere başvuracak bilmiyorsunuz. Belki aynı mevzuyla ilgili çok benzer iki film aynı festivalde olacak. Filmin nasıl bir politik ve ekonomik atmosfere çıkacağını bilmek de zor. Ben, Those Who Remain filmimi yaptığımda göçmenlik bir mevzu değildi. Birkaç ay sonra Arizona’da göçmenlik karşıtı bir yasa imzalandı ve bir anda her şey değişti. Bazen festival sürecinizi etkileyen şey, doğrudan filminizle değil; market ve dünyada yaşanan olaylarla ilgili de olabiliyor.”

Toronto Film Festivali programını ve Hot Docs’taki marketi yöneten Dorota Lech,  festvalde daha çok gündemle ilgili filmleri seçmeye özen gösterdiklerini , ancak belgeselcilerin, kendilerini sırf finansman bulabilmek için bu tema ve konular üzerinden film yapmaya zorlamamaları gerektiğini  ifade etti. Festivale seçilmenin çok zor bir süreç olduğundan bahseden Lech aynı zamanda, bazen içinde bulunulan bölge veya ülkedeki festivaller üzerinden yurtdışına açılmanın daha sağlıklı olduğunu söyledi. 

“Her film çocuğunuz gibi ve nasıl her çocuğunuz aynı değilse, her filminiz de aynı değil” diyen Carlo Hagerman ise, sinemacıların filmlerini tanımaları gerektiğini şu cümelerle dile getirdi: “Those Who Remainçok başarılı bir festival süreci geçirdi ve bir sürü ödül aldı. El Patio De Mi Casaise festivallerde yanında pek çok üniversitede gösterildi. Her filmden aynı süreci geçirmesini bekleyemezsiniz, fakat her film birileri için özeldir ve asıl mesele o grubu bulabilmektir.”

“Film, sinemacının imzasıdır. O imzaya nasıl ulaşacağınız, sinemayı sanat yapar”  diye konuşan  yönetmen-yapımcı Niek Koppen de, sinemanın teknolojiden bağımsız olduğunu eklerken, teknik olarak mükemmel olmayan filmleri de festival ve marketlere seçtiklerini belirterek şunları söyledi “Teknoloji size yapmak istediğiniz filmi yapmanıza yardımcı olur ama teknolojiye sahip olmak sizi sinemacı yapmaz. Önemli olan unsur orada kişisel ve özel bir iş üretebilmek” dedi.

Konuşmacıların ortak tavsiye ve vurguları;  festivalin öncesinde gözüne güvendiğiniz insanlardan fikir ve tavsiye alınması, film yapmanın bir iletişim aracı olduğu, bu yüzden de  filmi iletişime de açmak gerekliği üzerineydi.  

Aynı günün üçüncü etkinliği ise “Kurgu: Yaratıcı Süreçte Beraber Çalışma” başlıklıydı ve  kurgucu-yönetmen Eytan İpeker ve yönetmen Zeynep Dadak’ın katılımıyla yapıldı. Kurgucu ve yönetmenin ilişkisinin masaya yatırıldığı  etkinlikte; kurgucu seçimindeki kriterlerden birlikte çalışma pratiklerine kadar pek çok konuya değinildi.

Zeynep Dadak;yönetmen ve kurgucu arasındaki ilişkinin yoğun ve çok kişisel olduğunu söylerken, şu cümleleri kullandı: “Kurgucunun daha önce yaptığı işlere, nasıl bir sinemasal algısı olduğuna bakarım. Her projenin ihtiyacı farklıdır. Kurgucu çalıştığı işlerde kurgu mantığını ne kadar o işe göre değiştirebilmiş, önemlidir benim için.”

Eytan İpeker ise  yönetmen ve kurgucunun birbirlerinin zevklerinden, sevdikleri müzikten, hayat görüşünden ya da politikadan konuştuklarında iş ilişkilerinin rahatladığını ve aralarında ortak bir dil kurabildiklerini söyledi. Referansların tuttuğu noktada daha verimli çalışıldığını ifade eden İpeker, bir yönetmenin kurgucu seçimini  de, oda arkadaşı seçmeye benzetti.

Konuşmasında birlikte çalışırken duygu ve ritim konusunda da uzlaşmanın önemini vurgulayan Zeynep  Dadak, konuyla ilgili olarak şunları söyledi;  “Biz bir sahne için, kestiğimiz yer iki saniye daha az kalsın mı kalmasın mı diye üç gün düşündük. Önemli olan iki şey var: Duygu ve ritim… Devamlılık belki dördüncü, beşinci sırada. Kurgucuyla o duyguda ortaklaşınca da daha iyi ilerliyorsunuz. Film inanılmaz bir çatışma alanı. Bir sahne on farklı şekilde de kesilebilir, ama uzlaşmak zorundasınız bir noktada.”

Yönetmen ve kurgucu arasında, sağlıklı bir dozajda gerilim ve çatışmanın gerekli olduğunu belirten Eytan İpeker, perspektif kaybedildiğinde dışarıdan bir gözün  de çok faydalı olduğunu ve filmlerin aslında bundan çok büyük fayda gördüğünü ekledi.  

Köprüde Buluşmalar’ın aynı günde dördüncü ve en çok konuşulan etkinliği ise  Yaprak Dökümü ve Aşk-ı Memnu gibi başarılı dizilerin senaristi Ece Yörenç’i, Şahsiyet ,Son ve Masum gibi başarılı dizilerin senaristi Berkun Oya ile senarist –danışman Soni Jorgensen ve Torino Film Lab’ın yöneticisi Eilon Ratzkovsky’nin katılımıyla yapılan ve moderatörlüğünü yapımcı Yamaç Okur’un  yaptığı “Dizi Senaryo Yazımı: Büyük Fikirler Küçük Ekran” başlıklı etkinlikti ve etkinlikte TV ve dijital platformlardaki hikâye yazımı da karşılaştırılarak günümüz piyasasında nelerin değiştiği konuşuldu. 

Ece Yörenç, iki buçuk saatlik dizi yazmanın çok vahşi olduğunu ve artık fizikken de  çok yorulduğunu dile getirek şunları söyledi  “Ben bu işe başladığımda 40-45 sayfa yazıyorduk, 50 sayfa yazdığımızda uzun oldu diyorduk. Bu giderek 60, 70’leri buldu. Prodüksiyonlar artık çok büyüdü. O paraları karşılayabilmek için, reklam sürelerini artırdılar. Reklamın saniyesi Türkiye’de çok ucuz olduğu için de diziyi uzattılar. Olan oynayana, çekene ve yazana oldu.”

Türkiye’de dijital platforma yapılan ilk iş Masum’un da yaratıcısı olan ve daha çok tiyatro ve sinemadaki işleriyle tanıdığımız  Berkun Oya, Masum’un  ‘created by’ (Yaratıcın yetkili olması) konseptiyle yapıldığını anlattı ve şunları söyledi : “BluTV benden bir proje üretmemi istedi. Bayrak adlı oyunumu senaryolaştırma fikri ortaya çıktı. İnanılmaz bir özgürlükle çektik. Hiç yarı yolda bırakmadılar bizi. Eleştiri ve öneri yapıyorlardı ama karar mercii bendim.”

İsveç’e dönmeden önce uzun yıllar Amerika’da senarist ve danışman olarak çalıştığını  söyleyen senarist –danışman Soni Jorgensen,  ülkesinde ve Avrupa’da ‘auter’ geleneğinin senaryoyla ilgili yanlış bir algıya sebep olduğunu şu sözlerle anlattı;  “Bergman da senaryosunu kendi yazıyordu, ama unutuyorlar ki sinemaya önce senarist olarak başladı. Bu kadar iyi bir sinemacı olmasının sebebi çok iyi bir senarist ve yönetmen olması; bu da zaten ender bir kombinasyon. Uzun yıllar bu ‘auter’ geleneğinden dolayı, İsveç televizyonları önemli olan yönetmen diye düşünüp senaryo yazma deneyimi olmayan insanları çalıştırdı. Sonra da ilerleyemediklerinde bir panik beni aradılar.” 

“Eğer hikâye varsa film yap, ikilem varsa dizi” diyerek konuşmasına başlayan Torino Film Lab’ın yöneticisi Eilon  Ratzkovsky, Avrupa’nın kaliteli dramalar yaratmak için yönetmenden çok senariste görev düştüğünü anlamasının  çok   uzun sürdüğünü söyledi. 

Yeni yazarlar için  bazı tavsiyeler veren Jorgensen şu tavsiyelerde bulundu , “Önce lokale dair bir şey üretin. Daha önce izlediğiniz, hâlihazırda piyasada olan bir işe benzer bir proje olmasın bu. Orijinal olmayı zorlayın. Karakter gelişiminde kendinizi geliştirin” 

Köprüde Buluşmalar’da ödül zamanı 

Köprüde Buluşmalar için, 13 Nisan Cuma akşamı Fransız Kültür Merkezi’nin ev sahipliğinde yapılan resepsiyonda ise , ödül ve fon desteği alan proje ve filmleri de açıkladı. 

30.000 TL değerindeki Köprüde Buluşmalar Ödülü’nü Normal filminin yönetmeni Ali Kemal Çınar ve yapımcısı Sinan Yusufoğlu ve ortak yapımcısı Nesra Gürbüz alırken; 8000 Avro değerindeki CNC Ödülü’nü Yeni Şafak Solarken projesinin yönetmeni Gürcan Keltek ve yapımcısı Arda Çiltepe’ye,  Melodika Ses Ödülü, Beni Sevenler Listesi projesinin yönetmeni Emre Erdoğdu ile yapımcıları Emine İzmir ve Zeynep Koray’a , Bir Gün ya da Günün Bir Parçası projesinin yönetmeni Burak Çevik ve yapımcısı Selman Nacar’a, GeniusPark Görsel Efekt Ödülü’ü,  Kardeşimin Ordusu adlı projenin yapımcısı Adam Isenberg’e, dört aşamalı Akdeniz Film Enstitüsü (MFI) Senaryo Atölyesi Ödülü verildi. 

Bu yıl ikinci kez verilen Transilvania Pitch Stop Ödülü, yapımcı Oana Giurgiu tarafından Paşa Gönlüm İstedi Kayboldum projesinin yapımcısı Engin Palabıyık ve yönetmeni Berrak Çolak’a verilirken; ilk kez Komşular Platformu’na özel verilen Postbıyık Ses Post-Prodüksiyon Ödülü de , Yalın Özgencil ve Sertaç Toksöz tarafından The Empty House projesinin yönetmeni Rati Tsiteladze ve yapımcısı Nino Varsimashvili’ye verildi.

Filmin renk düzenleme ve online kurgu işlemlerini kapsayan Color Up Ödülü ve Daire Creative Görsel Tasarım Ödülü, Saf filminin yönetmeni Ali Vatansever’e ve  yapımcısı Selin Tezcan Vatansever’e verilirken,kazanan filme dağıtım garantisi, dağıtımcı payı almadan gösterim imkânı ve dağıtım sırasında tanıtım desteği veren Başka Sinema Ödülü, Güvercin Hırsızları filminin yönetmeni Osman Doğan ve yapımcıları Sinan Sertel ile Turgay Şahin’e sunuldu. 

Paz Dijital İletişim Ödülü ise, Son Çıkış filminin yönetmeni Ramin Matin ve yapımcısı Emine Yıldırım’a verildi.

 
Kaynak: ÖZEL HABER
Editör: YUSUF KEMAL YILDIZ

reklam alanı

YORUMUNUZU BIRAKABİLİRSİNİZ

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

MOBİL UYGULAMAMIZ

HABER ARŞİVİ


Yeşim Demir'le Rüya Yorumu


KÖŞE YAZARLARI

reklam
reklam